Vedat Milor: “Lahmacuncuda O Tepkiyi Neden Verdim?”

Vedat Milor, Oksijen’deki köşe yazısında lahmacuncuda yaşanan olayda neden tepki gösterdiğini anlattı ve Türkiye’de ünlülerin mahremiyet hakkını değerlendirdi.

Birkaç ay önce bir lahmacuncuda yaşanan olay, ünlülerin özel hayatı ve mahremiyet hakları konusunda toplumun ikiye bölündüğünü gösterdi. Vedat Milor, izinsiz görüntüsünün çekilmesine tepki gösterdiğinde, bir kesim mahremiyetinin ihlal edildiğini savunarak ona hak verirken, diğer kesim tepkisini gereksiz buldu. Bu olay, Türkiye’de ünlülerin özel hayatı ve bireysel mahremiyet algısının nasıl şekillendiği konusunda önemli bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

Vedat Milor, o olayı Oksijen’deki köşesinde anlattı. İşte yazısı…

****

Türkiye’de ünlüler halkın malı mıdır?

Bir lahmacuncuda yaşadıklarım insanları ikiye böldü. Onayım olmadan görüntüm çekilince tepki gösterdim. Bir taraf mahremiyetimin ihlal edildiğini düşündü, bana hak verdi. Diğer taraf tepkimi abartılı buldu. Olayın üzerinden yeterince süre geçti. Sosyolog şapkamı takıp analiz etmenin zamanıdır

Dr. Seuss’un Thidwick the Big-Hearted Moose kitabını biliyor musunuz? Thidwick’te küçük, tatlı bir Amerikan geyiğinin başına gelenler anlatılır. Çok iyi niyetli ve yardımsever bir yaratık olan minik geyik, uzun mesafe bir hedefe doğru ilerlemektedir. Ona yaklaşan küçük bir böcek, aynı yere gittiğini, boynuzunda seyahat etmenin mümkün olup olmadığını sorar. Thidwick adlı geyik, “Elbette ki küçük böcek, boynuzuma yerleşebilirsin” der. Bir süre gittikten sonra yolda bir örümcek görürler. Örümcek, aynı şeyi yapabileceğini düşünür ve izin almadan diğer boynuza yerleşir ve ağlarını örmeye başlar.
Bu mesaj, çocuklar için çok değerli bir ders sunar. Başkalarının sınırlarına saygı duymak, izinsiz bir şeyler talep etmenin ya da kullanmanın yanlış olduğunu anlamak, erken yaşta öğrenilmesi gereken önemli kavramlardır.

Neden mi bu kitaptan bahsettim? Çünkü birkaç ay önce Bostancı’da, bir lahmacuncuda yaşadığım olay aklıma geldi. Çekim için gittiğim mekanda yemek yerken izinsiz videomun çekilmesine tepki gösterdim. Mahrumiyetime müdahale olarak değerlendirdim. Karşı tarafı uyardım. Bu olayın ardından kamuoyu ikiye bölündü. Bir kısım bana hak verirken başka bir kısım tepkimi gereksiz ve abartılı gördü. “Ne olmuş yani sen de onu çekiyorsun” tipi ifadeler kullandı.

Aradaki farkı neden göremiyoruz?

Ben bir lokantada çekim yaptığım zaman izin alıyorum ve genellikle lokantacılar önceden de haberleri olmadığı için çok mutlu oluyorlar. Peki nasıl oluyor da birçok insan rızası olup çekim yapmak ile gizli çekim arasındaki farkı göremiyor?

Bunu cevaplamak için başıma sosyolog şapkamı geçirmeye karar verdim. Sosyoloji burada devreye giriyor çünkü bu olay bireysel mahremiyet ve toplumsal normlar arasındaki sınırların nasıl algılandığına dair önemli bir tartışmayı gündeme getiriyor. Ve bizim normlarımız Batı ülkelerinden farklı.

Benzer olay ABD’de gerçekleşseydi, toplumsal tepki ve olayın sonuçları farklı olurdu. Bireyselleşme sürecinin tamamlandığı her Batı toplumunda bireyin mahremiyetine büyük önem verilir. Bir kişinin izni olmadan görüntüsünün kaydedilmesi, özellikle bu kayıt ticari veya alenen yayımlanacaksa, ciddi bir tepkiyle karşılanabilir. Hukuki açıdan da bendenize Stanford Üniversitesi Hukuk Bölümü’nde öğrettikleri gibi, ABD’de, özellikle California gibi mahremiyet yasalarının sıkı olduğu eyaletlerde, bir kişinin izni olmadan görüntüsünün alınması ve yayılması ciddi yasal sonuçlar doğurur. Özellikle ekonomik fayda sağlamak için görüntüyü çeken kişi veya işletme dava edilir ve muhtemelen hukuki yaptırımlarla karşılaşır. Elbette ki yasaların başarı ile uygulanması için kültürel normlar ile uyumlu olmaları gerekir.
Türkiye’de mahremiyet hakkına dair farkındalık ve hassasiyet daha düşük olduğundan, olayın özü olan “rıza” ve “bireysel haklar” gibi konulara odaklanmak yerine tarafların ses tonu, kullanılan sözler, (izinsiz çekim devam etmesine rağmen lokantacının “estağfurullah” demesi sempati topladı), vücut dili, biçim ve içerikten çok “ambalaja takılma” diyebileceğimiz unsurlar ön plana çıktı. Bu arada çektiğim videoda lahmacunu çok beğenmem ve kuvvetle tavsiye etmem bir profesyonel norm olarak hiç tartışılmadı.
Peki Türk toplumunda konunun özüne odaklanma yerine şekline dikkat etme alışkanlığı nelerden kaynaklanıyor?

Geleneksel ve toplumsal normlara bağlılık: Bizde geleneksel değerler ve toplumsal normlara uygunluk, bireysel eylemlerin değerlendirilmesinde belirleyici bir rol oynar. Bu, bireylerin düşüncelerini ifade etme biçimlerinin, fikirlerinin özünden daha önemli hale gelmesine neden olabilir. Bu tür bir yapı, bireysel hakların değil, topluma uygun davranışların ödüllendirilmesine yol açar. Lahmacuncu olayında olduğu gibi meseleler, toplumun geneli tarafından “uygun bir şekilde dile getirilip getirilmediği” üzerinden değerlendirilir.

İmaj ve toplumsal statü odaklılık: Türk toplumunda bireylerin ve kurumların statüleri, genellikle içerikten daha fazla dikkate alınır. Psikolog Doğan Cüceloğlu, bu durumu “toplumda yüzeysel algıların derin değerlerin önüne geçmesi” olarak yorumlar. Cüceloğlu’na göre, insanlar toplumdaki konumlarını korumak adına görünürdeki davranışları aşırı önemserler. Gene videomun izinsiz çekilmesine gösterdiğim tepkide olduğu gibi, tanınmış bir kişi, tepkisiyle mahremiyet gibi evrensel bir değeri savunsa bile, toplumda bu savunu, onun toplumsal imajı ve kullandığı ifadeler üzerinden tartışılır. Nitekim de öyle oldu ve olay sanki arkadaş ya da eş seçer gibi “kimi seviyorum”, “mağdur ezilen esnaf”, “sempatik gelmiyor” gibi duygusal izlenimlerle değerlendirildi.

Eğlence odaklı kültür ve duyarsızlaşma: Medya, halkın ilgisini çekmek ister. İletişim bilimcisi Nilüfer Timisi Nalçaoğlu, Türk medyasının olayları bireyler üzerinden kişiselleştirdiğini ve derin meseleleri yüzeysel tartışmalara dönüştürdüğünü ifade eder. Nitekim sosyal medyada olayı bayağı bir mizah malzemesi haline getirenler de çıktı. Zekice mizahlaştırma konunun özüne ilgiyi artırmak için etkili bir araç olabilir. Ama kişisel özelliklerden yola çıkan “popülist” mizah, bizleri meseleye yabancılaştıran bir tür ‘linçleme’ye dönüşebiliyor.

Empati eksikliği ve eleştiri kültürü: Türk toplumunda empati geliştirme yerine eleştiri kültürünün baskın olması, olayların özüne inmenin önünde bir engel oluşturur. Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu, toplumdaki empati eksikliğinin bireylerin kendi iç dünyalarındaki çatışmalarla bağlantılı olduğunu belirtir. Bu eksiklik, bireylerin bir başkasının yaşadığı rahatsızlığı veya mağduriyeti anlamalarını zorlaştırır.

Elbette ki toplumumuzdaki şekilcilik eğilimi, ünlüler ve fenomenler için bir “algı yaratma” zorunluluğu doğuruyor. Toplum, genellikle dış görünüşe, estetik standartlara ve “kusursuz” bir imaja daha fazla dikkat ediyor. Bunun ünlüler açısından da doğurduğu sorunlar var.

Görünüş odaklılık: Mükemmeliyet algısı

Estetik müdahaleler ve moda: Ünlüler, popülerliklerini artırmak veya korumak için dış görünümlerine büyük yatırımlar yapıyor. Ben izleyicilerimi kilo alıp vermem, saçımı tarama şeklim ya da yanımdaki kadının görünüşü gibi konularda yorum yapmamaları için defalarca uyarmama rağmen yerleşmiş davranış kalıplarını değiştiremiyorum ve havlu atıyorum.

Mükemmeliyet algısı: Sosyal medya, bireylerin “mükemmel” bir yaşam tarzı sunmalarını zorunlu hale getiriyor. Ben bir iki kez evimdeki yemekleri mutfakta hazırlama aşamasında gösterdiğim zaman birçok izleyicinin yemeğe odaklanmak yerine mutfak düzeni konusunda hakaret ettiğini gördüm.

Algı yönetimi ve imaj

Türkiye’de popüler olan kişiler, yalnızca fiziksel görünümlerine değil, halkın onlara atfettiği kimliğe de önem veriyor. Bu, genellikle şu şekilde gerçekleşiyor.

Halkla ilişki odaklılık: Türk ünlüler, halkla daha samimi ve yakın bir bağ kurmaya çalışır. Bu bağlamda “bizden biri” gibi görünmek ve toplumun değerlerine uygun davranmak, popülerliklerini artırmak için sıkça kullandıkları yöntemlerdir. Tuttuğu futbol takımına olan bağı patetik ve irrasyonel boyutlara varan insanların çok olduğu bir ülkede, tuttuğu takımı kamuoyu önünde duyurmak, bir ünlü açısından politik görüş açıklamaktan daha çok risk taşıyor.

Kriz yönetimi: Algı yönetimi, yalnızca popülerliği artırmak için değil, itibar kaybını önlemek için de kullanılıyor. Örneğin, ünlüler bir krizle karşılaştıklarında kamuoyuna hitaben özür mesajları yayınlıyor veya durumu normalleştirmeye çalışıyor. Burada da önemli olan o ünlünün gerçekte ne düşündüğü değil, beş vakit namaz kılıp devamlı yalan söyleyen biri gibi “şekle uygun” davranıp davranmadığı.

Özetlersek, Batı dünyasının aksine, Türkiye’de ünlüler, halkın malı olarak görülmeye ve bu durumu kabullenmeye daha yatkınlar. Birçok insan, ünlülerin hayatlarına ve görünüşlerine müdahale etmeyi hak olarak görüyor. Burada şöyle bir kısır döngü söz konusu: Halkın beklentilerini bilen fenomenler genellikle takipçileriyle daha samimi ve “arkadaşça” bir ilişki kuruyorlar. Bu, izleyicilerin onlara daha fazla müdahale hakkı olduğunu düşünmesine yol açıyor. Bu durum, mahremiyet sınırlarının bulanıklaşmasına neden oluyor. Bireysellik ve otantiklik de güme gidiyor.

Elbette ki bunlar derin konular. Batı’dan alınmış kanunlarla yerleşik normların çelişmesinin gerisinde hem aile yapısı hem eğitim sistemi yatıyor. Bunları da belirleyen toplumsal dinamikler ve tarihsel gelişim süreci. Başka yazılarda konuyu deşmeye devam. 

Haber Merkezi tarafından yazılan bu haberi beğendiyseniz bunları da beğenebilirsiniz

web sitesi uygulama / geliştirme: