Japonya’nın Nüfus Krizi: Hükümetler Daha Fazla Bebek İçin Ne Yapabilir?
Japonya, doğurganlık oranlarını artırmak için otuz yılı aşkın süredir mücadele ediyor. Şimdi ise gelişmiş dünyadaki birçok ülke, hızla düşen nüfus oranlarıyla karşı karşıya kalmış durumda. New York Times, Japonya’nın başını çektiği bu küresel mücadeleyi, hükümetlerin nüfus düşüşüne karşı aldıkları tedbirleri inceledi. Japonya’nın 30 yıllık deneyimi ve diğer ülkelerin benzer adımları, nüfus azalmasına karşı ne yapılabileceğini sorguluyor.
Japonya’nın Nüfus Şoku: 1.57 Krizi
1989 yılında Japonya, ekonomik bir süper güç olarak dünya sahnesinde yükselirken, ülke içinde demografik bir kriz patlak vermek üzereydi. Doğurganlık oranı, yani bir kadının doğurganlık yılları boyunca sahip olacağı ortalama çocuk sayısı, hızla düşüyordu. Hükümet bu duruma “1.57 şoku” adını verdi. Eğer doğum oranları bu hızla düşmeye devam ederse, ülkenin geleceği tehdit altına girecekti. Vergi gelirleri azalacak, sosyal güvenlik sistemi çökecek, genç işgücü kıtlığı yaşanacak ve toplumsal dinamizm zayıflayacaktı.
Bu durumla yüzleşen Japon hükümeti, hızla harekete geçti. 1990’lardan itibaren, doğurganlık oranlarını artırmayı amaçlayan bir dizi teşvik politikasını devreye soktu. Hükümet, işverenleri çocuk bakım izni vermeye zorladı, sübvansiyonlu kreşler açtı ve erkekleri babalık izni almaya teşvik etti. Ayrıca ailelere doğrudan nakit yardımları yapmaya başladı. Ancak bu önlemlere rağmen Japonya’da doğurganlık oranları sürekli düşüş gösterdi. 2023 yılında Japonya’nın doğurganlık oranı 1.2’ye kadar geriledi. Tokyo gibi büyük şehirlerde bu oran daha da düşük, 1’in altında seyrediyor.
Japonya’dan Dünya Geneline Yayılan Sorun
Japonya’nın demografik krizi yalnızca bu ülkeyle sınırlı değil. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun 2019 yılında yayımladığı bir rapora göre, dünya nüfusunun yarısı, kadın başına 2.1 doğum olan “ikame oranının” altındaki doğurganlık oranlarına sahip ülkelerde yaşıyor. Doğurganlık oranlarının düşük olması, ülkelerin ekonomik ve sosyal dengelerini bozuyor. Çalışan nüfusun azalması, yaşlı nüfusun artması ve iş gücü açığının büyümesi, birçok ülke için kritik sorunlar yaratıyor. Özellikle Güney Kore, İtalya, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş ülkeler bu demografik krizin sonuçlarını şimdiden yaşamaya başladı.
Tomáš Sobotka, Viyana Demografi Enstitüsü‘nden bir araştırmacı, Güney Kore‘deki durumu analiz ederken, “Kadın başına 0,72 çocuk oranıyla Güney Kore, dünyanın en düşük doğum oranına sahip. 1970 yılında 1 milyondan fazla bebek doğarken, 2023’te sadece 230 bin bebek doğdu” diyor. Sobotka, bu oranların büyük ekonomik ve toplumsal değişimlere yol açacağını vurguluyor. Çalışan nüfusun azalmasıyla birlikte, her bir birey daha fazla yaşlıyı desteklemek zorunda kalacak.
Göç Sorunu: Panzehir mi, Siyasi Kriz mi?
Birçok ülke, nüfus düşüşü sorununu çözmek için göçmen kabulü üzerine düşünüyor. Göç, azalan işgücü açığını kapatmak ve nüfusu dengelemek için bir çözüm olabilir. Ancak, göçmen kabulü birçok ülkede siyasi bir sorun haline geldi. Avrupa ve Kuzey Amerika‘da göçmen karşıtı söylemler yükselirken, bu çözümün uygulanabilirliği de tartışmalı hale geldi. Göç, doğurganlık oranlarını doğrudan artırmasa da, nüfus dengesini sağlamada kısa vadeli bir çözüm olarak değerlendiriliyor.
Ebeveynlik Teşvikleri İşe Yarıyor Mu?
Japonya’nın nüfus krizine çözüm bulmak için attığı adımlar, ücretli ebeveyn izni, çocuk bakım sübvansiyonları ve nakit yardımlar gibi politikalara odaklandı. Bu politikalar, doğurganlık oranlarını artırmayı hedefleyen dünya genelindeki diğer ülkeler tarafından da benimsendi. 1986’da sadece 19 ülke doğurganlık oranlarını artırmayı hedefleyen politikalar uygularken, 2015’e gelindiğinde bu sayı 55’e yükseldi.
Ancak, Japonya’nın deneyimi gösterdi ki, hükümetin sunduğu finansal teşvikler tek başına yeterli değil. Kültürel ve toplumsal normlar, kadınların iş ve aile dengesi kurmalarını zorlaştırmaya devam ediyor. London School of Economics‘te ekonomist olan Matthias Doepke, “Zengin ülkelerde doğurganlık oranlarının aşırı düşük olmasının temel nedeni, hala geleneksel cinsiyet rolleri etrafında şekillenen kültürel beklentiler” diyor.
İsveç gibi İskandinav ülkeleri, erkekleri ebeveynlik sorumluluklarına daha fazla dahil etmeyi hedefleyen politikalar uyguladı. İsveç’te “baba ayı” olarak bilinen politika ile babalar, çocuğun doğumundan sonra ebeveyn izni almazlarsa bu haklarını kaybediyor. Bu politikalar, babaların çocuk bakımına daha fazla katılmasını sağladı. Ancak, bu politikaların doğurganlık oranlarını anlamlı şekilde artırdığına dair kesin bir sonuç yok.
Evliliği Teşvik: Son Çare mi?
Japonya, nüfus artışını sağlamak için son dönemde evliliği teşvik etmeye yönelik yeni politikalar deniyor. Japonya’da 2023 yılında 500 binden az evlilik yapıldı; bu, 1933’ten bu yana en düşük rakam. Ankete göre, bekar erkek ve kadınların çoğu evlenmek istiyor ancak ekonomik koşullar, aile baskıları ve kariyer kaygıları, evlilik oranlarının düşmesine neden oluyor.
Lyman Stone, Aile Çalışmaları Enstitüsü‘nde yaptığı çalışmalarda, Japonya’daki gençlerin büyük bir kısmının aileleriyle birlikte yaşadığını ve bunun evlilik oranlarını etkilediğini vurguluyor. Genç yetişkinlerin yaklaşık yüzde 40’ı hala ebeveynleriyle birlikte yaşıyor. Hükümet, sosyal faaliyetleri teşvik ederek gençleri evliliğe yönlendirmeye çalışıyor. Tokyo hükümeti, geçtiğimiz yıl evlilikleri teşvik eden bir randevu uygulaması bile başlattı. Ancak, bu tür girişimlerin doğurganlık oranlarını ne ölçüde etkileyeceği belirsiz.
Hükümetler Ne Yapabilir?
Hükümetler, insanların daha fazla bebek sahibi olmasını sağlamak için çeşitli teşvikler ve politikalar geliştiriyor. Ancak, Japonya’nın 30 yılı aşkın süredir uyguladığı bu politikalar, doğurganlık oranlarını artırmada yeterli olmadı. Zengin ülkelerde kadınların iş ve aile dengesi kurma konusundaki zorlukları, kültürel beklentilerle birleşince, hükümetlerin sunduğu finansal teşvikler yetersiz kalıyor.
Doğurganlık oranlarını artırmak için tek bir çözüm bulunmuyor. Göç, finansal teşvikler, babalık izinleri ve evliliği teşvik gibi politikalar, ancak toplumsal ve kültürel değişimlerle birlikte anlamlı sonuçlar verebilir. Hükümetler bu konuda daha fazla adım atmak zorunda, ancak bu adımların sonuçları uzun vadede ortaya çıkacak.