Tuğçe Tatari: “Ordudaysan Zaten Atatürk’ün Askerisindir. Selamı da Ona Verirsin Elbette”

İzzet Çapa'nın Pazar Sohbetleri'nde bu haftaki konuğu Tuğçe Tatari... Eğitimden toplumsal travmalara, cesurca sorgulayan bir neslin nasıl yetişeceğine dair çarpıcı bir söyleşi... Sözler keskin, gerçekler sarsıcı.

Tuğçe Tatari, öyle biri ki; konuştu mu gerçekler duvar gibi karşınıza dikilir. Kimi zaman canınızı sıkar, kimi zaman beyninizi zonklatır ama asla kulaklarınızın arasından kayıp gitmez. Onun kalemi de dili de tıpkı kendisi gibi; sert, net, adil ve cesur. İşte bu yüzden, söz konusu Tuğçe Tatari olduğunda, cümleler kırk kere düşünülmeden sarf edilir, cevaplar ise bir neşter kadar keskindir.

Bu hafta, Pazar Sohbetleri’nde hem dostum hem de hayranlık duyduğum bir gazeteci-yazarı ağırlıyorum. Türkiye’nin eğitim krizinden çocuk yayıncılığına, siyasetten toplumsal travmalara kadar dokunulmaktan korkulan her konuyu, tabiri caizse “çekinmeden üstüne üstüne giderek” konuştuk.

Karşınızda, sorgulamayan bir nesle, yozlaşan topluma ve sessizce yutkunan insanlara karşı kalemiyle savaşan Tuğçe Tatari

****

Sormayan, Sorgulamayan, Saman Kafalı Bir Nesil Gelecek

Türkiye’deki çocukların eğitim seviyesinin düşüklüğü sadece sistemsel bir sorun mu, yoksa toplumsal bir duyarsızlığın sonucu mu? Bu durumun çözümünde bireylerin sorumluluğu ne olmalı?

Bu tamamen siyasi bir sorun. Mevcut iktidarın eğitim, üstelik ‘modern eğitim’  konusuna karşı tutumu gayet net. Müslüman bir gençlik yaratma hedefiyle çıktıkları 22 yıllık yolun sonunda psikopat bir toplum ve psikopat bir gençlik yarattılar.

Okullara dayatılan müfredatlar çok sorunlu. Sadece eksik değil yanlış bilgilerin de araya kaynadığı bir sorundan söz ediyoruz. Bu tabii çok tehlikeli bir sona doğru sürüklüyor bizi; sormayan, sorgulamayan, saman kafalı bir nesil gelecek! Bunu kendine dert edinen ailelere çocuklarına evde kendi öz değerlerini aşılamak, çocuklarını bilgilerle donatmak, sorgulayan biri olması için çabalamak düşüyor. Bu olmazsa bu ülkeyi kimse toparlayamaz çünkü. Tek kurtuluş şansımız gelecek nesillerde.

Eğitim, genellikle bir ülkenin geleceğini şekillendiren temel taş olarak görülür. Bugünkü tabloya baktığınızda, Türkiye’nin eğitim politikalarını nasıl değerlendiriyorsun? Sistem çocukları nasıl bir geleceğe hazırlıyor?

Berbat değerlendiriyorum elbette. Anlamsızca, manasızca çocukları en zorlu yollardan geçirten bir sisteme mahkum olmuşuz.

Çocukları bekleyen gelecekten çok ülkeyi bekleyen gelecek için daha sıkıntılı bir konu bu. Çünkü ülke battı ve bizim yaşıtlarımız yıldı, dağıldı, tükendi. Artık adına hangisini uygun bulursan bul, bizden artık bir umudum yok. Ama gelecek nesil iyi eğitim alıp, donanmazsa bizi bu çamur yığını, bu balçıktan kim çekip alacak allah aşkına?

Çocuk yayıncılığının Türkiye’de bitmiş olduğu gerçeğini göz önüne alırsak, çocuklara yönelik kültürel içerik eksikliğinin gelecekte yaratacağı boşlukları nasıl görüyorsun? Bu konuda bir kurtuluş reçetesi var mı?

Bitmiş demiyelim ama işlerini hakkını vererek yapmadıkları kesin. Çocuk yayıncılığı dünyanın en kutsal işlerinden biri. Şahane bir nesil yaratmak, şekillendirmek için en uygun aygıt kitaplar. Ve maalesef bu alanda yani ‘kamusal bilinç’, ‘siyasi bilinç’, ‘toplumu ve dünyayı tanıma’, ‘dünya insanlarına yaşatılanlar’ gibi konularda bizim yayın evlerimiz çok korkak. ‘Politik çocuk kitapları’ batıda çok yaygın oysa. Bu da demek oluyor ki bu insanlar batıyı bile takip etmeden, bebeksi öykülerle çocuklara ‘barışı öğütle’yebildikleri sanrısındalar. Oysa çocuk dediğin salak değil sadece çocuk!

Türkiye’de Çocuklara Demokrasi Atölyeleri Kursan Büyük İhtimalle Terörist İlan Edilir ve Hapsi Boylarsın

Çocuk yayıncılığındaki bu gerilemenin nedenlerinden biri, çocukları yalnızca “tüketici” olarak gören bir anlayış olabilir mi? Yayıncılar için bu yaklaşımı nasıl değiştirebiliriz?

Tüketici dediğimiz anne babalar oluyor bu aşamada. Bunu büyük bir medya desteğini, PR çalışmasını arkamıza alıp değiştirebiliriz. İnsanlara çocuklarını üzmeden, incitmeden de gerçeklere dahil edebileceğini anlatabiliriz. Biz bu tip işlere sahip çıktıkça, bu ‘iş’lere medya ilgisi yoğun oldukça yayın evleri de o ‘korku’dan kurtulup artık batıyı yakalayan bir çizgide işler çıkarmaya başlayacaktır diye düşünüyorum.

Dünya genelinde çocuklara politika ve siyaset anlatmak için çeşitli yaratıcı yöntemler kullanılıyor. Örneğin: İsveç’te “Demokrasi Atölyeleri” ile çocuklar bir parlamentonun işleyişini simüle ederken, Finlandiya’da çizgi roman ve animasyonlar yardımıyla politika ve insan hakları öğretiliyor. 
Tüm bu yaratıcı yöntemler, çocuklara erken yaşlardan itibaren siyasi farkındalık kazandırmaya çalışırken, Türkiye’de bu alanın neredeyse imkansız hale gelmesini neye bağlıyorsun? Sizce sorun, çocuklara hitap eden anlatıcıların eksikliğinde mi, yoksa dinleyici konumundaki çocukların karşılaştığı kültürel, politik ve eğitsel engellerde mi yatıyor?

Bu soruda saydığın çalışmalar bile ruhumu yüksetti inan.  Ama Türkiye’de çocuklara demokrasi atölyeleri kursan büyük ihtimalle terörist ilan edilir ve hapsi boylarsın. Yoksa bizde de duayen insanlar, kıymetli bir ‘eski nesil’ var… Bu bahsettiklerinin alasını yaparlar. Ama işte demokrasi yok, güvence yok. Alıcıyı yaratmak için önce unsuru elle tutulur hale getirmek lazım. Herkesi biraz rahatlatmak için bu tip ‘işleri’ görünür kılmak, dokun bak demek, bir dene demek de çok önemli. Ben bu kitapları çocuklarına okurken ebeveynlerin de dönüşüm yaşayacağı inancındayım.

Devlet Okulları Çökmüş Vaziyette, Öğretmenler Teneffüslerde Temizlik Yapıyor


Çocuklara siyaseti anlatırken sadeleştirilmiş bir dil kullanmak önemli. Ancak gerçeklerin üstünü örten bir dilin de çocuklara zarar verebileceği düşünülüyor. Senin yaklaşımın nedir? Bu denge nasıl kurulmalı?

Gerçeklerin üstünü örtmek yalan söylemektir bir bakıma da. Ve  çocuğa yalan söylemek yapılabilecek en yanlış şeylerden birisidir. 

Önce çocuğun bir birey olduğu ve bu dünyada yaşadığı ve büyüdüğünde de  ebeveyn koruması altında olmadan kendi başına ayaklarının üzerinde durarak yaşayacağını kabullenmeliyiz. Bunu kabullendiğinizde dünyadan, acıdan, savaştan, fakirlikten, tacizden, zorbalıktan, internetten gelebilecek tehlikelere kadar hepsini çocuğununuzla paylaşmalısınız. Bunun tek bir ölçüsü var, kaygı, korku, üzüntü vermemeye özen göstermek.

Misal ben bir kanser geçirdim. Oğlum 6 yaşında, adının kanser olduğunu söylemedim ama dikiş yerlerimi dahi gösterdim, yaşadığım süreci anlattım. Korktuğumu ama şimdi çok iyi olduğumu söyledim. Korkutmadan her konuyu paylaşmak mümkün yani.

Bu İktidar Münazaraya Açık Değil, Sesini Duymuyor-İstemiyor da Duymak, Umrunda Bile Değilsin Çünkü

Bugün Türkiye’de bir çocuk olmak; ekonomik krizden, eğitim sistemindeki yetersizliklere, fırsat eşitsizliğinden sosyal adaletsizliğe kadar birçok problemle mücadele etmeyi gerektiriyor. Bu sorunları çözmek için bireysel ya da toplumsal hangi adımlar atılmalı?

Özel okulların ücreti felaket adaletsiz bir konu.

O 1’er milyonlar ödenerek gönderilen okuldan alınan eğitim kalitesi çok düşük.

Devlet okulları çökmüş vaziyette, öğretmenler teneffüslerde temizlik yapıyor.

Eğitim kalitesi düşerken içinde bulunduğumuz ekonomik kriz çocuklarda yeteri kadar besin alamama sorunu yaratıyor.

Ve bunların tek bir çözümü var, iktidarın değişmesi gerekiyor. Çünkü bu iktidar münazaraya açık değil, sesini duymuyor-istemiyor da duymak, umrunda bile değilsin çünkü. Önce iktidar değişecek ki bazı adımlar atılsın, biz de siyasetçilerden taleplerimizi ortaya koyabilelim.

Sosyal medya çağında büyüyen çocukların algıları nasıl değişiyor? Bu değişim onların gelecekteki liderlik potansiyellerini nasıl şekillendirebilir?

Türkiye şu anda bir çocuğun potansiyelini algılayıp o yöne doğru bir eğitim seçeneği sunmuyor kimseye. Muazzam, doğuştan yetenekli sanatçı olması gereken çocukla, fizik-kimya alanında yetenekleri olan aynı dersi, aynı eğitimi alıyor. Çocukların arasındaki ‘potansiyellileri’ algılayıp onlara farklı eğitim yolları önerecek eğitmen de bulmak güç şimdilerde. Bütün yük velinin tek başına kendi omuzlarında. Paran varsa çocuğunu yurt dışına çıkartır gezdirir, dünya üzerinde ki ihtimalleri görmesini sağlarsın, durumun yoksa -ki artık yurt dışı seyahatleri muazzam lüks bir olay- kitaplardan yardım alırsın…

Çocukların sorunları üzerine çalışırken senin için en zorlayıcı ya da unutulmaz an neydi? Bu deneyimler sana ne öğretti?

Ben bu kitapları yazma yoluna kendi çocuğuma okutacak kitaplar ararken çıktım.

Ve bu kitapları yayınlayacak yayın evi çok zor buldum.

Gerçekten çok zor!

Benden beklenen renklerin üzerinden, hayvanların üzerinden anlatılabilecek soyut hikayelerle ‘barışı’ veya bir diğerine düşman olmama mesajı vermemdi. Ben ise somut olmakta ısrar ettim. 100 kapı kapandı yüzüme. Hakarete yakın onlarca söz duydum. Ama inat ettim ve şimdi hedefim, şayet yayın evi devam etmek isterse -kitaplar ilgi görürse- hemen bir ırkçılık ve anadil hakkı üzerine iki kitap daha çıkartmak. Hazırda bekliyorlar dosyamda…

Çocukları Salak Yerine Koymaktan Vazgeçerek İşe Başlayabiliriz. Doğurduğumuz Şey Bizden Çok Daha İleri Bir Sürüm

Çocuklarla ilgili konularda yazarken ya da konuşurken, kendini sansürlemek zorunda hissettiğin anlar oluyor mu?

Sansür demeyelim ama elbette dikkatli konuşmak gerekiyor çocukla. Çünkü her çocuk dışa dönük, soru soran ve aldığı cevapla yetinen  yapıda değil. Söylediğin bir sözle çocuğu büyük bir endişe krizine sürükleyebilirsin ve o da sana o anda yaşamakta olduğu hisleri söylemeyebilir. Bu da içinden çıkılmaz bir hal yaratır. O yüzden evet çocuklara gerçekleri anlatıyoruz ama duygu gelişimlerini gözeterek, kaldırabilecekleri kadarını vererek.

Türkiye’de çocuklar için bir gelecek hayali kursan, bu hayalin içinde neler olurdu? Toplum olarak buna nasıl ulaşabiliriz?

Muazzam ileri eğitim teknikleriyle donatılmış okullar. Görseli mi işitseli mi öğrenmeye daha müsait, öğrencisini hemen anlayabilecek öğretmen kalitesi… Herkes kendi mahallesindeki okula gidiyor. Eğitimin parasız olduğu devlet okullarında da eğitim kalitesi çok çok iyi.

Hatta ütopyam eğitimin ücretsiz ve yüksek kalitede olması gerektiğidir. Bir devlete ‘güçlü’ diyebilmek için elimizde olması gereken donelerden biri de kuşkusuz eğitimin ücretsiz -devlet dahil masraf çıkarmayan okul yok!- ve çok yüksek  kalitede, çağı ve dünyayı yakalamış bir yerden hizmet veriyor olmasıdır. Maalesef biz bu fotoğrafın çok çok uzağındayız.

Çocuklara yönelik içerik üretiminde hem bireysel hem de kurumsal olarak yapılması gereken öncelikli adımlar neler peki?

Çocukları salak yerine koymaktan vazgeçerek işe başlayabiliriz. Doğurduğumuz şey bizden çok daha ileri bir sürüm. Sadece duygularını, hareketlerini kontrol etmeyi henüz bilmiyor.Ve bu tamamen doğası ve yaşı gereği, normali bu yani.. Bunu bir kabullensek. Çocuğa gerizekalı muamelesi ve yaşlıya çoktan ölmüş muamelesi yapmak benzerdir de bence. Bizim toplumumuzda da maalesef çok yaygındır.

Millî Eğitim Bakanı’nın laiklik tartışmaları çerçevesindeki açıklamaları ve sonrasında yaşanan süreçler ışığında, bu tür söylemlerin eğitim sisteminde yarattığı kutuplaşmanın çocukların zihinsel ve sosyal gelişimine etkisini nasıl değerlendiriyorsun?

Laik bir ülkede yaşamama ihtimali, milli eğitimin laiklikten uzaklaşması bunlar rejimin değiştirilmiş olduğu, sadece adının konulmuş olmadığının bir ispatıdır aslında. Laik olmayan, demokrasiyle değil faşizmle yönetilen bir ülkede sosyal gelişme sadece okullar ve çocuklar için değil bizler için de büyük gerilemedir.

AK Parti İktidarının Ekonomi Politikaları Sonucu Toplumda Orta Sınıf Kalmadı ki


Türkiye’de medya üzerindeki baskıların, toplumun bilgiye erişim özgürlüğünü kısıtlamasının ötesinde, bireylerin demokratik haklarını savunma konusunda nasıl bir psikolojik etki yarattığını düşünüyorsun? Sansür ve otosansürün, medya çalışanlarının yanı sıra halk üzerindeki uzun vadeli etkileri neler olabilir?

Türkiye’de medya başlı başına bir konu olur. 

Ama tabii insanlar çok korktu, korkutuldu. Kimi o eşiği aştı kimi korku eşiğinin altında kaldı. Bugun kimsenin evine basılı gazete girmiyorsa, kimse ana akımda haber bülteni izlemiyorsa zaten etkiler çoktan ortaya saçılmış demektir. Hala ısrarla gündemi takip edenler için tek imkan ‘alternatif basın’dır!

Şu Anda Ülkeyi Yönetenler Kadına Değersiz Bir Muamele Sergiliyor, Evde Oturması, Bolca Doğurmasından Ötesini Nerdeyse Uygunsuz Sayıyor

Eğitim politikalarındaki eşitsizliklerin, ekonomik eşitsizliklerle nasıl bir kısır döngü yarattığını düşünüyorsun? Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmadıkça sınıfsal ayrımların derinleşmesi, Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyebilir?

Zaten AK Parti dönemi öncesi de bir konuydu bu. Ama AK Parti bunu çok daha feci hissedilir ve görünür kıldı -Bu arada serinin son kitabı fırsat eşitsizliğini çocukların nasıl yaşadığı üzerine.- AK Parti iktidarının ekonomi politikaları sonucu toplumda orta sınıf kalmadı ki. Bir an önce iktidar değişmezse her alanda, her konuda çamura daha da batacağız, ben aksini ön görmüyorum.

Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin, yalnızca kadınlar değil, tüm toplum için bir özgürlük meselesi olarak ele alınması gerektiği fikrine katılıyor musun? Kadın haklarındaki gerilemelerin, toplumsal dayanışma ve eşitlik kültürü üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsun?

Kadın meselesi, toplumun kadına bakışı filan bunlar hep politiktir ve iktidarın politikalarıyla şekillenir. Şu anda ülkeyi yönetenler kadına değersiz bir muamele sergiliyor, evde oturması, bolca doğurmasından ötesini nerdeyse uygunsuz sayıyor… Bu iktidarın politikaları, bakış açısı da günde/haftada öldürülen kadın sayısının artışı, erkeklerin psikopatlıklarını sokak ortasında rahatlıkla sergileyebilmeye kadar vardırıyor.

Kadın meselesi elbette tüm toplumun sorunudur.

Ama kadınla erkeği ayıran bir temel fark vardır, kadın çok direngeçtir. Eşitlik hakkını mutlaka söke söke alacağızdır!

Kürt meselesi sadece bir etnik kimlik meselesi olarak mı ele alınmalı, yoksa daha geniş bir demokratikleşme sorunu olarak mı değerlendirilmeli? Barış süreci yeniden başlarsa, toplumsal barışın sağlanması için kimlerin sorumluluk alması gerektiğini düşünüyorsun?

Ben açıkçası yeni bir barış sürecinin başlayacağını düşünmüyorum, öyle bir emare de görmüyorum. Kadına, çocuğa, hayvana, doğaya, yabancıya düşman bir iktidar var karşımızda, ortağını da unutmadan konuşalım. Bu muhattaplarla bir barış olmaz. Ama barış özellikle de Kürtlerle sağlanacak barış çok önemlidir Türkiye adına. Bu konu üzerine verimli, aklı başında çalışmalar yapan insanlarımız var, bilimsel anlamda çözüm önerileri de var. Onlardan faydalanmak ve barışmaya niyetli olmak yeterli olacaktır diyorum. Ama dediğim gibi bu bu iktidarla mümkün değil!

Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar, halkın devlete olan güveninin temel taşları arasında yer alıyor. Sence bu güvenin zedelenmesi, yalnızca adalet sistemini mi etkiler, yoksa toplumsal düzenin diğer unsurlarını da tehdit eder mi?

Ya millet sokaklarda birbirini kesiyor, sur tepelerinden kız çocukların kellesi atılıyor, şiddet sarmalı küçücük çocukların birbirinin boğazını sıkmaya, canını almaya kadar varıyor. Bu tabloda bakıyorsun adalet yok olmuş, hukuk sistemi yok olmuş. Devletin temel görevleri arasında güvenliğimizi sağlamak ve hakkımızı hukuki yollarla aramamızın güvencesi olmaktır. Bunlar yok. İnsanlarda da bir hukuk inancı yok Türkiye’de.

Paran Yoksa Temiz Gıdaya Ulaşamıyorsun Artık


Artan yoksulluk ve ekonomik kriz koşullarında, sosyal yardım politikalarının geçici çözümler yerine, kalıcı bir ekonomik istikrar oluşturacak şekilde yeniden tasarlanması gerektiğini düşünüyor musun? Ekonomik eşitsizliklerin siyasi kutuplaşmayı daha da artırdığı görüşüne katılıyor musun?

Elbette! Ama önce iktidarın değişmesi gerektiğini, mevcut iktidarla bunların hiç birinin mümkün olmadığı kanaatindeyim. 

Açlık, kutuplaşma daha da artacaktır.

Türkiye gibi doğal güzellikleri ve biyolojik çeşitliliği zengin bir ülkede, çevre koruma politikalarının yetersizliği uzun vadede nasıl sonuçlar doğurabilir? İklim krizinin toplumdaki sosyal eşitsizlikler üzerindeki etkisini nasıl görüyorsun?

Her şeyden önce paran yoksa temiz gıdaya ulaşamıyorsun artık İzzet. Çevreyi koruma meselesinin de çok gerisindeyiz, sağlıklı tohumumuz, toprağımız kalmadı gibi bir şey. Tarım ve hayvancılık yaşamsal önem taşıyor. Ama gün geçtikçe yok oluyorlar.

Ordudaysan Zaten Atatürk’ün Askerisindir -Benim Olacak Halin Yok Ya- Çünkü O Sistemi Kuran Kişidir, Selamı da Ona Verirsin Elbette


Gençlerin siyasetten uzaklaşmasının temelinde siyasi kutuplaşma ve ekonomik belirsizlik gibi faktörlerin olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sence bu durum, gençlerin geleceğe dair umutlarını tamamen yitirdiği anlamına mı gelir, yoksa farklı bir mücadele biçimi mi gelişiyor?

Ben şu an genç olsam mutlaka aşırı politize olurdum. Hele üniversite, düşünemiyorum bile. Bunca haksızlık, bunca zulüm ancak mücadeleyi geliştirir.

Korku da zaten bu mücadele gelişmesin diye bu şiddette pompalanıyor. Ama elbette bu koşullar altında ‘bana ne ya’ seçeneğini kullanıp beyin göçünü seçenleri de aşırı haklı buluyorum, arkanıza dönüp bakmayın bile de diiyorum.

Bu da bir dillemma tabi..

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi cumhuriyetin temel değerlerini savunan bir yemin, TSK’nın köklü geleneklerinin ve Atatürkçü duruşunun simgesi değil midir? Bu duruşun disiplin gerekçesiyle cezalandırılması, ordunun tarihsel misyonundan uzaklaştığının bir işareti olarak görülmeli mi? Sence bu durum, genç subayların Atatürk ilkelerine olan bağlılıklarını ifade etme cesaretini nasıl etkiler?

Atatürk konusu da bir koca röportaj konusu bence. Ordu diye bir yapı kalmadı sanıyorum ben. Bunlar tek tük kalan Atatürkçü insanlar. Ordudaysan zaten Atatürk’ün askerisindir -benim olacak halin yok ya- çünkü o sistemi kuran kişidir, selamı da ona verirsin elbette. Bu cezalar elbette ki yeni eylemlerin, söylemlerin önünü kapatır. Kimse kendi hayatını riske atmayı kolay kolay seçemez, ekmek meselesi bu biraz da. Evine ekmek götüremez hale getiriyorlar çünkü kendilerine ters giden insanları!

Çocuklara yönelik cinayetler ve cinsel istismarlar, yalnızca adli bir sorun değil, bir toplumun vicdanını ve ahlakını sorgulaması gereken en ağır suçlar… Bu kadar temel bir insanlık ihlalinde, caydırıcı cezalar kadar, toplumun böylesi vahşetleri nasıl ürettiğini sorgulamak ve bu kültürü dönüştürmek için neden yeterince güçlü adımlar atılmıyor?

Geçen gün bir arkadaşım “eskiden toplum bu tarz sapkınlıkları ifşa olduğu an o kişiyi mahalle baskısıyla, barınamaz, tutunamaz hale getirirdi’ dedi… Evet bizim ülkemizde kadın öldürmek, çocuğa istismar etmek neredeyse normalleştirilecek… Neredeyse diyorum çünkü ancak onbinler sokağa döküldüğünde o konu özelinde daha hassas çalışmalar yapılıyor.. Medya ve kalabalıklar devrede değilse ‘iyi halden’ yırtıyorsun! Hiç olmadı ‘çocuğun rızası vardır’ diye karar çıkartıyorlar.

Ahmet Hakan, Omurgasından Vazgeçmeyi Tercih Etti, Yolda Görsem Dahi Selam Vermiyorum

Hürriyet Gazetesi’nin bir dönem cesur haberciliği ve kamuoyunu bilgilendirme misyonuyla Türkiye’deki gazetecilikte özel bir yere sahip olduğunu biliyoruz. Ancak bugünkü haliyle, özellikle Ahmet Hakan’ın yönettiği dönemde, gazetecilikten çok bir “resmi söylem aracı” haline dönüştüğü eleştirileriyle karşı karşıya. Hürriyet’in bu dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsun? Bu tür bir değişim, Türkiye’de basın özgürlüğü ve halkın bilgiye erişim hakkı açısından nasıl bir tehlike oluşturuyor?

Hürriyeti okumuyorum.

Ama tüm Türkiye medyasına Aydın Doğan’I özlettiler onu biliyorum.

Ki o yıllardan baktığında bunun olabileceğini ön görmezdin.

Şimdi herkes Aydın Doğan döneminin altın çağ gibi kaldığı ve o grubta çalışanın asla mağdur edilmediğini anlatıyor birbirine.

Ben satış gerçekleştiğinden beri yaptıkları yayınları da inanın takip etmiyorum. Arada arkadaşlarım Ahmet Hakan’ın felaket yazılarını yolluyor ancak o zaman haberdar oluyorum. Bazen açıp bakmıyorum bile çünkü başlığı yeterince midemi bulandırıyor oluyor.

Ahmet Hakan demişken bi ara aranızdan su sızmıyordu sizin. Ne oldu da ayrı düştünüz?

Evet doğru, çok yakın arkadaşımdı. Tamamen siyasi nedenlerle ayrıldık. Özel, kişisel tek bir konumuz olmadı. O dayağı yedikten ve gazete satıldıktan sonra hızla yazıları, tarzı değişti. Ben de ona bu gazeteye yayın yönetmeni olacağının konuşulduğunu şayet olursa kendisiyle ilişkimi keseceğimi söyledim.

Öyle de yaptım. Yolda dahi selam vermiyorum.

Herkes bana aman belliydi eski ‘dinciden’ ne olur filan gibi yorumlar yaptı.

Fakat biz o kadar yakındık ki, ailecek de görüşüyorduk. Tüm hayati kararlarımızı ortakça konuşarak alıyorduk. Ben ondan böyle bir kumaş çıkacağı kokusunu bir saniye bile almadım. Geçmişi geçmişte bırakmış, farkındalığı yüksek, kıymetli bir arkadaşım olarak tanımladım hep onu. Tabii dev bir hayal kırıklığı oldu. Paradan, şan-şöhretten-Hürriyet Gazetesi’nden, o sayfadan ve güçten vazgeçmektense omurgasından vazgeçmeyi tercih etti, bana da tek yapabileceğim yaptırım olarak bir daha görüşmemek düştü.

Haber Merkezi tarafından yazılan bu haberi beğendiyseniz bunları da beğenebilirsiniz

web sitesi uygulama / geliştirme: