Candaş Tolga Işık: “Türkiye Bir İnsan Olsa ve Psikiyatriste Gitse Direkt Yatış Verirler”
Pazar Sohbetleri‘nin bu haftaki konuğu, dobra üslubuyla bilinen Candaş Tolga Işık.
Siyasetçilerden sanatçılara kadar geniş bir yelpazede röportajlar yapan Işık, bu kez mikrofonu kendisine çeviriyor. Benim sorularımla derinlere inen bu keyifli sohbette, gazetecilikten sosyal medyaya, acılı gündemden siyasete ve hayallerden gerçeklere kadar her şeyi konuştuk.
Sorgulatan, güldüren ve düşündüren bir pazar muhabbeti sizi bekliyor…
*****
Candaş, sen nasıl girdin bizim hayatımıza… Bir ilaç firmasında çalışıp Rıfat Ababay’ın onayıyla röportajlara başlıyorsun. İlk röportajın Sağlık Bakanı olunca ilaç sektöründeki o işinden kovuluyorsun. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor… Tabii bizim için çorap söküğü 🙂 Senin arkadaki savaşın kim bilir nasıldır? Ama sonuçta hayatımızın orta yerine pat diye düşen bir insansın. Nasıl başardın bunu?
Rıfat Abi sayesinde… Bugün neyim varsa önce Allah’ın sonra onun sayesinde… Ben de çok tırmaladım ama bana imkân veren, önümü açan Rıfat Ababay oldu.
Bizim Meslekte En Tehlikeli Şey Kendini Kahraman Etme Çabasıdır
Her siyasi görüşten insan senin programına katılıyor… Türkiye’nin en ünlü ve özel isimleri derginde yazıyor. Nedir senin alameti farikan?
Bir alameti farikam olduğunu sanmıyorum. İşimi yapıyorum sadece. Az Önce Konuştum’u soruyorsan, işim soru sormak orada benim. Halk adına halkın sorularını sormak. O soruları olduğu gibi soruyorum gelen herkese… Cevabı olan veriyor olmayanı da seyirci görüyor zaten…
Kimseye tuzak kurmuyorum. Programın yıldızı ben değilim; konuğum. Konukla kavga etmiyorum. Sorumu en kısa, en hızlı, en anlaşılır şekilde sorup sahneyi konuğa bırakmaya çalışıyorum. Öyle tatlış, minnoş bir röportaj üslubum yok.
Ama karşımdakini göt etmek gibi bir gayeyle de çıkmıyorum yayına… Bizim meslekte en tehlikeli işlerden biri kendini kahraman etme çabasıdır. O kibirden uzak durmaya çalışıyorum.
Ekol TV’ye transfer oldun bu sezon… TV 100’den neden ayrıldın? Mutsuz muydun?
Aksine çok mutluydum. Allah var 2 buçuk yıl çalıştım, bir kez olsun kırmadılar, müdahale etmediler programıma… Çalışması zor biriyim ben. TV 100’de hep güzel anılarım oldu. Ekol TV sezon başı bir teklifle geldi. Kabul etmedim. Sonra yeni bir teklifle daha geldiler. Ve çok ısrarcı davrandılar. Kabul ettim. Bu sezon için imza attım. Bakalım, inşallah iyi bir yayın dönemi olur.
Bugüne kadar seni yayında en zorlayan konuğun kimdi?
Beni sert konuklar değil konuşacakmış gibi yapıp konuşmayan konuklar zorluyor. Athena Gökhan geldi geçen sezon başı mesela. Çok da severim, arkadaşım. Gökhan, sosyal medyada filan duruşu olan çok düzgün biri. İlk kez de bana çıktı. Dedim ki öyle şeyler söyleyecek ki yıkacak ortalığı. Fakat hiçbir şey söylemeden gitti. Belki de çekindi bilmiyorum.
Fatih Terim’i Gerçek Sorularla Karşılaştıran Kimse Yok, Ona En Büyük Kötülüğü Çevresi Yapıyor
Siyaset, spor ve sanat dünyasından üç programa çıkarması zor konuk seçsen, kimlerin ismini söylersin?
İbrahim Kalın, MİT’in başına geçmeden her yıl mutlaka gelirdi Az Önce Konuştum’a ama yeni görevi nedeniyle artık çok zor. Ama isterdim aktif bir MİT müsteşarıyla röportaj yapmayı.
Fatih Terim, çıkarması zor değil ama istediği sorular sorulunca çıkan biri. Ona kendi sorularımı sormak isterdim. Hoca’yla bir ara her yıl sözleşiyorduk sonra fikrini değiştiriyordu. Her yıl ama… Sonra Netflix’e o feci belgeseli yaptı. Dayanamadım bir yazı yazdım bununla ilgili.
Nedenini bilmiyorum, Fatih Terim’i gerçek sorularla muhatap olmaktan kaçırıyor çevresi ve ona en büyük kötülüğü bu insanlar yapıyor. Oysa Hoca’yı yıllardır tanırım, kaçacağı cevap veremeyeceği hiçbir şey yok. Ben röportaj talebimi çekiyorum ama lütfen Fatih Hoca’yı günün birinde ona gerçek sorular soracak bir gazetecinin karşısına oturtun dedim yakınlarına. O günden sonra artık teklif de etmiyorum zaten. Sezen’le çok röportaj yapmak istiyorum. Bir gün yapacağım. Bakalım ne zaman…
Bombok Bir Türkiye Görüyorum
İsteyip de yayına çıkaramadığın kim var?
Sezen var işte, her konuşmamızda kendisine zehri veriyorum, dayanamayacak inşallah bir gün gel yapalım, düş yakamdan diyecek. En son “bak bu dünyadan seninle röportaj yapmadan gidersem iki gözüm açık gider” dedim. Bence bana kıyamaz. Ama ne zaman kıyamaz bilemiyorum 🙂
Bundan on yıl sonrası için ufuk turu atsan, nasıl bir Türkiye öngörürsün?
Bombok bir Türkiye görüyorum; ne sen sor, ne ben anlatayım İzzet. Şu gündeme bir baksana… Çoluğu çocuğu katlediyorlar. Sokak ortasında kadınlara tecavüze kalkışıyorlar sonra da ifadeleri alınıp salınıyor sapıklar. İyi ne varsa nesli tükeniyor, kötü ne varsa bakteri hızıyla çoğalıyor. Ben çok iyimser değilim gelecekle ilgili.
Amiral Gemisi Markalar Taka Oldu
Peki ya medya nereye evrilecek? Neredeyse çeyrek asırdır içinde bulunduğunuz medya, bundan sonra nasıl şekillenecek?
Şekillendi zaten. 10 sene önce Amiral Gemisi dediğin markalar şimdi takaya döndü. Gerçek gazeteciler nerede olurlarsa olsunlar parıl parıl parlıyor; bir ideolojinin, gücün, kampın militanları ise miatları dolduğunda uzay boşluğunda kayboluyor.
Medyanın geleceğini okuyucu/izleyici belirler. Belirliyor da zaten… KAFA’yı ilk kurduğumda “Dergicilik bitti, dergi mi kaldı?” diyorlardı. Bu yıl 10’uncu yılı derginin ve 10 yıl öncesine göre 10 kat daha fazla dergi satıyoruz. Çünkü iyi dergi çıkarma derdimiz var. Adam ‘event’ yapmak icin dergi çıkarıyor. Sonra niye okunmuyoruz diyor. Ulan sen dergiyi okuyucuya çıkarmıyorsun ki markalara çıkarıyorsun.
Türkiye’de İfade Edene Kadar İfade Özgürlüğü Var
Türkiye’de ifade özgürlüğü konusu hâlâ tartışmalı bir alan. Peki gazetecilik mesleği üzerindeki baskılar arttı mı, azaldı mı? Bu konuda kendi deneyimlerin neler?
Aslında Türkiye’de ifade edene kadar ifade özgürlüğü var… İfade ettikten sonrasını garanti edemiyoruz! Gazetecilik mesleği şu an birkaç istisna dışında nerede yapılıyor? YouTube ve Twitter’da değil mi? Ülke çok özgür olduğu için mi sence?! Gerçekten gazetecilik yapan meslektaşlarımızın Murat Ağırel’in, Timur Soykan’ın, İsmail Saymaz’ın, Barış Terkoğlu’nun başındaki davalarına bir bak. Bu insanların tek suçu haber yapmak.
Son dönemlerde sıkça tartışılan “dezenformasyon yasası” hakkında ne düşünüyorsun? Bu yasa, medyada özgürlüğü koruyacak mı, yoksa sınırlayacak mı?
Hiçbir şey düşünmüyorum, sadece gülüyorum. Yalan haber için yasa çıkarmaya gerek yok. İki kere yalan haber yapana halk üçüncüyü yaptırmaz, adını yalancı çobana çıkarır. O saatten sonra da ne yazarsan yaz, müptezel muamelesi görürsün. Var böyle tipler Twitter’da. Ayrıca ille bir yasa çıkaracaksınız katillere, sapıklara, hırsızlara çıkarın da böyle sokaklarda cirit atıp masum insanların hayatını karartmasınlar.
Herkes Kendi Görüşünün Militanı
Toplumda bir kutuplaşma olduğu aşikar… Medyanın bu kutuplaşmada rolü nedir? Gazeteciler toplumu nasıl bir araya getirebilir?
Öyle bir noktadayız ki hiç kimsenin bir diğerinin fikrini değiştirme ihtimali kalmadı. İstediğin kadar mantıklı, bilimsel, objektif argüman üret. Herkes kendi görüşünün yobazı, militanı oldu. Aynı rengi ülkenin bir yarısı siyah, ötekisi beyaz görüyor. Ve hepsi çok emin gördüklerinden! Korkunç bir hal bu.
Tartışma programlarını bu yüzden çok nafile, fazla iyimser bir çaba olarak görüyorum ben. Bir tartışmayı seyrettikten sonra “Aaa bu konuda fikrim değişti” diyen yok ki. Kendi fikrinin daha ateşli savunucusu oluyor insanlar.
O Yavrucaklar Zehirli İğne Olurken Bile Kuyruklarını Sallıyor
Gebze Belediyesi’nin köpek katliamına ne diyorsun?
Allah belalarını versin diyorum. Bunlar nasıl insan, nasıl Müslüman arkadaş. O yavrucaklar zehirli iğne olurken bile kuyruklarını sallıyor. Nasıl kıydınız, nasıl katlettiniz! Başıboş, saldırgan olan o canlar değil onları katleden bu zihniyet!
Gençlerin işsizlik ve gelecek kaygıları giderek artıyor. Türkiye’de gençlerin geleceğini nasıl görüyorsun? Eğitim ve istihdam politikaları yeterli mi?
Bu ülkeye yapılan en büyük kötülük AVM açar gibi üniversite açmak oldu. Herkesin eline bir diploma tutuşturdular. Diplomayı alan kendini üniversite mezunu sandı.
Hukuk bitirmiş adam anayasa bilmiyor. Diş çekmeyi bilmeden dişçilik bitiren var. Sonra bu insanlar diyor ki diplomam var işsizim. Diploman yok. Dahası diploma alacağım diye yılların geçerken herhangi bir alanda bir uzmanlığın da olmadığı için bir işin de yok. Bir de tabii ülkenin kabusu nepotizm meselesi var. Liyakati ayaklar altına alan bir torpil düzeni var. Bunlar üst üste gelince aklı başında hiçbir çocuğu burada tutamıyorsun.
Sence sosyal medyanın Türkiye’deki haber anlayışı ve gazetecilik üzerindeki etkisi nedir? Sosyal medya, gazeteciliği dönüştürdü mü?
Gerçekten itibarlı, güvenilir gazetecileri takip ediyorsanız çok olumlu etkisi var. Ama bir de Twitter’da her okuduğunu gerçek sanan bir kesim var ki onların en büyük zehri sosyal medya. Twitter cahili diyorum ben.
Hatırlıyor musunuz Ataol Behramoğlu kendisine atfedilen ve milyonlarca etkileşim alan bir şiir için “Benim böyle bir şiirim yok” diye tivit attı. Altına “Hayır var, araştırmanızı öneririm” yazdılar. Hiçbir fikirleri olmayan daha doğrusu tamamen yanlış bilgilerle yaşam sürdürüyorlar. Hâl böyle olunca sevgileri de nefretleri de gerçek değil.
Sosyal medyanın hızla yaygınlaşması ve bilgi kirliliği yayması, gazeteciler için büyük bir tehdit… Bu bilgi kirliliğiyle nasıl başa çıkabiliriz?
Gerçek gazetecileri takip ederek… Sosyal medyada her yazılana inanmayarak…
Yasaklayamazsınız, Kendinizi Rezil Edersiniz
Senin her sektörden inanılmaz bağlantıların var… Siyaset, spor, magazin… Bu dengeyi nasıl kurdun, nasıl devam ettiriyorsun?
Bir denge kurmak gibi bir çabam olmadı İzzet. Sen beni neredeyse mesleğe başladığım günden beri tanıyorsun. Ustalarım bana ne kadar çok insan tanırsan o kadar iyi gazetecisin diye öğretti. Haber eşittir insan diye öğrendim. Orada tek mesele mesafeyi doğru ayarlamak. Onu da zaman içerisinde bazen acı deneyimlerle de olsa öğreniyorsun.
Netflix gibi dijital platformlar, Türkiye’de zaman zaman sansüre uğruyor ve içerik kısıtlamalarına maruz kalıyor. Bu müdahaleler, Türkiye’de kültürel çeşitliliği nasıl etkiliyor?
Bir aralar Türkiye’de rakı yasağı konuşulurken Aydın Boysan’ın şahane bir çıkışı olmuştu: “Rakı içene yasak, rakıyı içtiği ana kadar söker” diye. Artık teknolojinin geldiği bu noktada hiçbir şeyi yasaklayamazsınız. Yasakladığınızı zanneder, kendinizi dünyaya rezil edersiniz. Instagram yasaklandı, yasağın ilk 1 saati VPN uygulama indirme rekoru kırıldı Türkiye’de! Ne yasağı!
10 sene önce KAFA dergisini kurdun. Dergiler teker teker kapanırken KAFA hala satış rekorları kırıyor. Kapaklarıyla gündem oluyor. Kaç satıyor şu an?
Değişiyor ama 35-40 bin arası aylık satışımız…
Sonra KAFA TV’yi açtın, Kafa Radyo derken şimdi Kafa Sports… Hepsi kendi alanında 1 numara oldu. Nasıl yapıyorsun bunu? Ve tabi bundan sonrası için sırada ne var kafanda başka 🙂
Çok sıkılgan biriyim ben İzzet. Söz konusu sıkılmak olduğunda kimseye kaptırmıyorum birinciliği 🙂 Bu kadar sıkılgan olunca sürekli yeni bi şey yapma mecburiyetin oluyor. O yeni bi şey yapma zorunluluğu sanırım beni ben yapan.
Bütün bu saydığın markaları böyle kurduk. Ve hiç yerimizde saymadık. Okuyucu, izleyici sıkılmadan biz sıkıldık. Ve yeni bi şey yapma arayışına girdik. Çok şanslıyım yıllardır aynı ruh halindeki, çok çalışkan insanlarla çalışıyorum.
Mert Çanga, Ayça Derin Karabulut, Onur Koray Gülşen, Gökhan Dağıstanlı, Mert Çavlı… Radyoda Nihat Sırdar ve Güçlü Abi… 20 yıldır hiç ayrılmadık. 30 tane spor kanalı var YouTube’da. Biz yeni ne yapabiliriz diye düşünüp Kafa Sports’u kurduk. 4 ayda 300 bin abonemiz oldu. Şu ara en çok orayla uğraşıyorum. Onun dışında Ayça’nın (Ayça Derin Karabulut) ekibi birkaç şahane proje üzerine çalışıyor ama şimdi sana söylersem beni parçalarlar.
Kazandığını hayallerine yatırıyorsun bildiğim kadarıyla… Peki hayallerinin bir sonu var mı? Mesleki tatmin, bir yerde Candaş tatminine döner mi?
Yok be abi dönmez. Ben zengin olma motivasyonuyla yaşayan biri değilim. Yeni bi’ şeyler başarma hayali benim olayım. KAFA’dan ilk para kazanmaya başladığımızda gidip ev, arsa almak yerine Gezi zamanı kapatılan NTV Tarih dergisini aldık.
Parayı hep yeni bir hayale yatırıyoruz. Bazen oluyor, bazen olmuyor. Allah kimseye muhtaç etmesin, istediğimiz hayatı sevdiğimiz insanlarla yaşayabilelim yeter.
Evet Kafa Radyo çok iyi işler yapıyor. Ama genele bakarsak sen bir kum tanesisin o alanda… Eski tat yok sanki, radyoculuk geleneği bitti mi?
KAFA Radyo’nun eşi benzeri yok. Çünkü radyoyu radyocular yönetiyor. Radyoyu kurarken biz müzik kutusu olmayacağız dedik. Müzik yayını da var elbette ama esasen işimiz tam anlamıyla Batı standartlarında radyo yayıncılığı yapmak. Sabah Twitter’a bak gündem Nihat Sırdar yayını. Kurulduğumuz günden beri böyle.
Ülkedeki Sosyal Çöküşü Sadece TikTok’a Bağlayanları Engellemek Lazım
Ben soru sormak için yayına çıkıyorum başka amacım da yok diyorsun… Peki gözünün içine içine baka yalan söylediğini anlayınca konuğunun ne hissediyorsun o anda?
Milyonlarca insanın seyrettiği bir yayında yalan söyleyebiliyorsa biri, burada en önemsiz detay benim nereme bakarak söylediği. Gözüme filan bakmasına gerek yok, birinin gerçeği söylemediğini anlamak çok zor değil. Hele canlı yayında hiç değil. O konuyla ilgili arka arkaya iki soru sorduğunuzda hemen agresifleşir, size sarar vs… Ama dediğim gibi ben halkla orada oturan kişi arasında bir vasıtayım. Halk adına halkın sorularını sormakla mükellefim. Orada yalan söyleyen bana değil halka söylüyor o yalanı.
Gerçekten gazete okumayı hangi dönem bıraktık?
Gazetelerde gazetecilik yapılmaktan vazgeçildiğinde bence… Bir olay yaşandığında ertesi gün hangi gazetenin o haberi nasıl göreceğini, o konuyla ilgili o gazetede az çok neler yazılacağını tahmin ediyorsan o gazeteyi alır mısın? Ben almam. İnsanlar da almıyor zaten.
TikTok kapatılmalı? Yorumun ne o platformla ilgili?
Bence çok eğlenceli bir mecra. Ülkedeki sosyal çöküşü sadece TikTok’a bağlayanları erişime engellemek lazım bence.
Türkiye Bir Psikiyatriste Gitse Yatış Verirler
Belli ki ülkece toplu bir cinnet halinden geçiyoruz. İki yaşında bir bebeğe tecavüz edilen bir kâbus ülkesine döndük. Sokaklar kan gölü. Sence, bize ne oldu da bu derece delirdik? Bu memleketin kadim fabrika ayarları nasıl oldu da bu kadar bozuldu?
Kurumlar, kavramlar, duygular her şey öyle büyük bir hızla bozuldu, çürüdü ki toplumun bundan nasibini almaması mümkün mü? Türkiye bir insan olsa ve psikiyatriste gitse direkt yatış verirler. Öyle ilaç filan verip eve yollamazlar. O kadar ciddi bence durum.
Türkiye’de İki Tip Adalet Var: Sosyal Medyaya Yansıyan ve Yansımayan Adalet
Her şeyin çaresi vardır ama insan bozuldu mu işte bunun çaresi yoktur derler. Bizim kuşağın gayet net hatırladığı, o dostluğun, komşuluğun, yardımlaşmanın yaşandığı eski günlere dönebilmek mümkün olacak mı sence?
İyileşmenin temel koşulu hasta olduğunu kabul edip tedaviye başlamak. Bizde şöyle bir sorun var herkes ülkenin hasta olduğunu kabul ediyor ama asla bu konuda kendisine toz kondurmuyor.
Kendisi hariç herkesi eleştirebilen bir yapı var. İyileşmeyi başkalarının düzelmesine bağlıyor. Hâl böyle olunca geleceğe dair iyimser konuşmak pek mümkün değil.
Kadına yönelik şiddet olaylarında cezaların caydırıcılığı çokça tartışılıyor. Sence mevcut cezalar yeterli mi, yoksa daha sert yaptırımlar mı uygulanmalı? İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle toplumda oluşan boşluğu nasıl doldurabiliriz?
Türkiye’de iki tip adalet var: Sosyal medyaya yansıyan adalet, sosyal medyaya yansımayan adalet. Başınıza gelen bir olay sosyal medyaya yansırsa sorun yok. Ama kendi başınıza adalet arayışına girerseniz vay halinize!
İstanbul Sözleşmesi çok çok önemli. Ancak bir taraftan şu da var: Türkiye’de kanunlar hiçbir vatandaşa eşit uygulanmıyor! Çok büyük bir suç işleyip çok az bir ceza da alabilirsiniz, hiçbir suç işlemeden çok büyük bir ceza da!
Narin’in Nasıl ve Kim Tarafından Öldürüldüğünü Herkes Biliyor
Narin olayı neden çözülemiyor? Ne gizleniyor orda? Eminim az önce konuştuğun birileri vardır…
Ben de buna deli oluyorum bak; Narin olayıyla ilgili bildiklerimiz az şeyler mi? Bunları bilerek bu ülkede aldığımız her nefesin bize zulüm olması gerekmiyor muydu? Devletin, toplum bilimcilerin, ruh sağlığı uzmanlarının bir Narin daha katledilmesin diye seferberlik ilan etmesi gerekmez miydi? Narin’in neden kim tarafından hatta nasıl öldürüldüğünü herkes biliyor. İş o ki bir Narin daha katledilmesin diye kim ne yapıyor bence sorulması gereken bu.
O Mezarda Aranan Cem Garipoğlu’nun Cesedi Değil, Adaleti Arıyoruz
Mezar açıldı… İncelendi… Cem Garipoğlu mezardaki dendi. Ama kimse inanmadı. Çünkü adalete güven sıfır ülkede…
O mezarda aranan Cem Garipoğlu’nun cesedin değil ki, ülkede kaybolan adaleti arıyoruz. Bunu bulamadığımız için isyan ediyoruz. Devletin vatandaşa vermek zorunda olduğu bir numaralı hizmettir adalet. Biz de çık sokağa sor, 10 kişiden 9’u -buna AK Partililer de dahil- mahkemeye düşerse adaletin tecelli edeceğinden şüphe duyuyor. Konu sadece Münevver’in katili değil ki en basit konuda bile mahkemeye düşersen adalet için ya tanıdık bulacaksın ya da çok şanslı olacaksın.
Tüm siyasilerle yakın bir ilişkin var. Aradığında ulaşamadığın kimse yok… Kime daha çok inanıyorsun?
Siyasetçilerle inanmak/inanmamak gibi bir bağ kurmuyorum. Ulaşamadığım kim var? Eski sağlık bakanı Fahrettin Koca’yla bakanken konuşurduk ama ayrıldıktan sonra kayboldu. Fahrettin Bey’le röportaj yapmayı çok isterdim ama onun ayrılış sürecinde tuhaf işler oldu. Su ara ona ulaşmaya çalışıyorum mesela. Konuşmasını çok isterim.
Kemal Kılıçdaroğlu kurultaydan sonra telefonlarımı açmıyor. Sanırım küstürmüşüm Kemal Bey’i kurultay sonrası. Oysa en büyük numarası o eşsiz tahammülü, hoşgörüsüydü. Başka kim var? Başka kimse yok. Sorunca aklıma ilk bu isimler geldi.
Gazeteciliği Tavsiye Ederim Ama Demokratik ve Adil Bir Ülkede; Türkiye’de Değil!
Son soru… Şu an üniversite sınavlarına hazırlanan gençlere iletişim fakültesini yazmasını, mezun olduğunda gazetecilik yapmasını tavsiye eder misin?
Ederim tabii. Bu çağın teknoloji ve iletişim koşullarında müthiş gazetecilik imkânları var. Ama demokratik, adil bir ülkede var; Türkiye’de değil. Başka ülkelerdeki gençlere mutlaka tavsiye ederim. ☺