Daren Acemoğlu: Servet Eşittir Statü Denklemine Sıkıştık
Daron Acemoğlu’nun analizine göre, modern toplum giderek “servet eşittir statü” denklemine sıkışmış durumda. Bu denklem, özellikle teknoloji milyarderlerinin — Bill Gates, Elon Musk, Mark Zuckerberg gibi isimlerin — sosyal ve siyasi gücünü pekiştiren bir yanılgıya dayanıyor. Ancak Acemoğlu, bu durumun hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sorunlar yarattığını vurguluyor.
İşte yazsının tamamı…
Bu denkleme kapıldıkça teknoloji milyarderlerinin üstünlüğünü kabul etmeye daha fazla yaklaşıyoruz. Gates ve Musk’tan daha az vergi alınması onları daha bilge yapmıyor belki ama daha zengin yaptığı kesin
Bill Gates, Mark Zuckerberg ve Elon Musk gibi teknoloji milyarderleri sosyal, kültürel ve siyasi açıdan son derece güçlü. Bunu kısmen toplumumuzun servete atfettiği sosyal statünün yansıması olarak görmek mümkün olsa da hikaye bundan ibaret değil.
Servetten daha önemli bir şey var: Söz konusu milyarderler çok farklı alanlarda yaratıcılık, cesaret, öngörü ve uzmanlık sergilemiş girişimci dehalar olarak görülüyor. Birçoğunun ana iletişim araçlarını elinde tuttuğu gerçeğini de hesaba katınca yakın tarihte eşi görülmemiş bir şeye sahip oldukları söylenebilir.
Dünyayı dönüştüren zengin ve cesur iş insanı imajının kökeni en azından Yaldızlı Çağ’ın soyguncu sanayi baronlarına kadar uzanıyor (Oksijen’in notu: Mark Twain’in 1873 tarihli “Yaldızlı Çağ” romanından ilham alan bu tabir ABD’de 1870’lerin sonundan 1900’e kadar olan ekonomik genişleme dönemi için kullanılıyor.) Ancak çağdaş popüler karşılığı Ayn Rand’ın “Atlas Silkindi” romanında da bulunabilir. Romanın başkahramanı John Galt sırf idealizmi ve irade gücüyle kapitalizmi baştan yaratmaya girişiyor.
Marangozluk konusunu bir marangoz mu iyi bilir, hedge fon milyarderi mi? Zenginlere verilen itibar, marangozluk konusunda bile arttı. Peki kimin ifade özgürlüğü üzerine görüşleri daha önemlidir? Musk’ın mı yoksa konuya uzun süre kafa yormuş bir filozofun mu?
Rand’ın romanı Silikon Vadisi’ndeki girişimcilerin ve liberteryen eğilimli siyasetçilerin gözünde çoktandır klasik statüsüne kavuşmuş olsa da metindeki arketipin etkisi kesinlikle bu çevrelerle sınırlı değil. Bruce Wayne (Batman), Tony Stark (Iron Man) ve “Salvation” dizisindeki Darius Tanz gibi dünyayı yok olmaktan kurtaran zengin ve teknolojiye hakim yenilikçi karakterler, popüler kültürümüzün temel taşlarından birine dönüştü.
Cüzdanın gücü
Her zaman bazı bireyler diğerlerinden daha güçlü olmuştur. Peki bu güç hangi noktadan sonra aşırı görülmeye başlıyor? Bir zamanlar güç fiziksel kuvvet veya askeri beceriyle bağlantılıydı. Şimdi ise genellikle Simon Johnson ile birlikte yazdığımız “İktidar ve Teknoloji” kitabında “ikna etme gücü” adını verdiğimiz şeyle ilişkili. Bu da temelini statü veya prestijden alıyor.
Statü kaynakları ve statülerin ne kadar eşitsiz dağılacağı toplumdan topluma büyük farklılık gösteriyor. ABD’de Sanayi Devrimi sırasında statü para ve servetle yakından ilişkili hale geldi. Gelir ve servet eşitsizliği birdenbire yukarı fırladı. Hükümet bazı dönemlerde bu trendi tersine çevirmek için müdahalede bulunsa da Amerikan toplumu her zaman katı bir statü hiyerarşisi etrafında biçimlendi.
1 milyon dolara saat mi alırsınız?
Bu yapı birçok sebepten dolayı sorunlu. İlk olarak statü ve onun sağladığı ikna gücü için sürekli rekabet halinde olmak genellikle sıfır toplamlı bir süreç çünkü statü “koşullu bir iyilik hali”. Sizin daha fazla statü sahibi olmanız komşunuzun statüsünün düştüğü anlamına geliyor.
Dahası, sıfır toplamlı faaliyetlere yapılan yatırımlar sıfır toplamlı olmayanlara yapılan yatırımlara kıyasla verimsiz ve abartılı olmaya yatkın. Bir milyon dolarınızı altın Rolex saatlere mi yoksa yeni beceriler edinmeye harcamak mı daha faydalı?
İkisinin de kendine has bir değeri olabilir. Saatin güzelliği ile yeni bilgiler edinmenin gururu kıyaslanabilir. Ancak ilk yatırım sadece başkalarından daha zengin olduğunuza ve daha dikkat çekici harcamalar yapabildiğinize işaret eder. Halbuki ikincisi beşeri sermayenizi artırır ve topluma da katkı verebilir. Birincisi büyük ölçüde sıfır toplamlıyken ikincisi büyük ölçüde değildir. Dahası, herkes öne çıkmak için tüketime daha fazla para harcadıkça birinci yaklaşım kolaylıkla kontrolden çıkabilir.
500 milyon dolar neye yetmez?
Uzmanlar yüz milyonlarca doları olan birinin neden yüz milyonlarca dolara daha ihtiyaç duyduğunu sık sık sorar. 500 milyon dolarınız varsa hemen her şeyi alabilecekken neden 1 milyar dolarınız olsun isteyesiniz ki? Çünkü “milyarderlik” bir rütbedir. Burada önemli olan, benzerlerinize kıyasla size sağladığı itibar ve güç. “Servet eşittir statü” denklemi söz konusu oldukça ultra zenginlerin daha da fazla servet için çılgınca koşuşturması kaçınılmaz hale gelir.
İkna gücü ile statü ve prestij arasındaki bağlantının hem evrimsel hem de toplumsal temelleri var. Neticede uzmanlardan bir şeyler öğrenmek her birey için rasyonel bir tavır. Uzmanlığı başarıyla bağdaştırmak da makul bir yaklaşım.
Dahası bu öğrenme tarzı insan toplulukları için de yararlı çünkü koordinasyonu ve yakınsamayı kolaylaştırarak bizi en iyi uygulamalara doğru götürüyor. Ama statü servete bağlandığında, üstelik de servet eşitsizliği çok fazla büyüyorsa, uzmanlığın temelleri çatırdamaya başlar.
Bir düşünce deneyi üzerinden bakalım. İyi ve usta bir marangoz mu yoksa bir hedge fon milyarderi mi marangozluk konusunda daha uzmandır? İlk seçeneğin doğru çıkması kesin görünüyor. Ancak servetin statü getirmesi yaygınlaştıkça hedge fonu milyarderlerine verilen itibar – marangozluk konusunda bile – artacaktır. Daha çağdaş bir örneğe göz atalım. Bugün kimin ifade özgürlüğü üzerine görüşleri daha önemli görülüyor? Bir teknoloji milyarderinin mi yoksa konuya uzun zamandır kafa yormuş, başka kalifiye uzmanların delil ve argümanlarıyla karşı karşıya kalmış bir filozofunki mi? X (Twitter) kullanan milyonlarca kişi örtük olarak ilkini seçiyor.
LeBron mu Chamberlain mi?
“Servet eşittir statü” denklemine kapıldıkça teknoloji milyarderlerinin üstünlüğünü kabul etmeye daha fazla yaklaşıyoruz. Ancak bırakın marangozluk veya ifade özgürlüğü konusunda otorite kurmak için yararlı bir aracı olmasını, servetin liyakat ve bilgeliği kusursuz biçimde ölçebileceğine inanmak bile zor. Dahası servet her zaman bir bakıma keyfi bir şey. LeBron James’in basketbol kariyerinin en iyi günlerinde Wilt Chamberlain’den daha iyi olup olmadığı üzerine saatlerce tartışabiliriz ama servet açısından böyle bir tartışma yok. Wilt Chamberlain 1999 yılında öldüğünde toplam serveti 10 milyon dolardı. James’in tahmini net değeri ise 1.2 milyar dolar.
Aradaki farkın sebebi oyuncuların yeteneği veya iş etiği değil. Esasen Chamberlain döneminde yıldız sporcuların bugünkü kadar para kazanmıyor olmasından kaynaklanıyor. Bunun sebebi kısmen teknoloji (bugün televizyon ve dijital medya sayesinde herkes James’i izleyebiliyor), kısmen normlar (kültürel süperstarlara yüzlerce milyon dolar ödemek kabul edilir hale geldi), kısmen de vergiler (ABD’de hala yüzde 90’ın üzerinde bir marjinal üst gelir vergisi oranı olsaydı James bu kadar zengin olmaz, ülkedeki servet eşitsizliği de daha düşük olurdu).
Benzer şekilde, teknoloji sektörü ekonominin bu kadar merkezinde olmasa ve kazananın her şeyi aldığı dinamiklerle belirlenmese (bu da kısmen belli piyasaları organize ederken yaptığımız tercihlerin sonucu) bugünün teknoloji devleri bu kadar zenginleşemezdi. Gates ve Musk’tan daha az vergi alınması onları daha bilge yapmıyor ama daha zengin yaptığı kesin. Bu da hakim “servet eşittir statü” eşitliği uyarınca daha nüfuzlu olmalarını sağlıyor.
Güç yozlaştırır
Bu gibi figürler bir yandan da “İktidar ve Teknoloji” kitabında Johnson ile birlikte araştırdığımız daha sakıncalı bir dinamikten yararlanıyor. Kitapta Ferdinand de Lesseps örneğini vermiştik. Lesseps İngilizlerin uzun süreli itirazına karşın Süveyş Kanalı’nın inşaatını tamamlama başarısı göstererek Fransa’da 19. yüzyıl sonunda “Le Grand Français” (“Büyük Fransız”) adını alıp muazzam statü kazanmıştı.
Lesseps ileri görüşlüydü ve gerek Mısır gerekse Fransa’daki siyasetçileri uluslararası deniz ticaretinin çok önemli hale geleceğine ikna etmekte büyük beceri sergilemişti. Ama bir yandan da inanılmaz şanslıydı. Kanalı havuzlar olmadan inşa etmek için ihtiyaç duyduğu ve umutla beklenen teknolojiler tam da projeyi kurtaracak zamanda geliştirildi (başlangıçta gereken kazı miktarı sebebiyle projeyi tamamlamak imkansızdı).
Süveyş zaferi Lesseps’e büyük itibar kazandırdı. Yeni statüsüyle yaptıkları çok şey anlatıyor. Pervasız, dengesiz ve ukala birine dönüşüp Panama Kanalı projesini olmayacak bir şekilde yapmaya çalışınca 20 binden fazla kişinin ölümüne ve kendi ailesi dahil çok daha fazlasının mahvına sebep oldu. Her güç gibi ikna gücü de insanı kibirli, zapt edilmez, yıkıcı ve topluma zararlı hale getirebiliyor.
Lesseps’in hikayesi bugün de anlamlı çünkü günümüzdeki birçok milyarderin davranışını yansıtıyor.
Amerika’nın en zenginlerinden bazıları (mesela Warren Buffett) servetle sağladıkları statüyü kritik kamuoyu tartışmalarını etkilemek için kullanmasa da birçoğu bunu yapıyor.
Gates, Musk ve George Soros gibiler kendileri için önemli olan meselelerde fikrini söylemekten çekinmiyor. Aynı görüşte olunca bu çıkışları benimsemek kolay olsa da bu cazibeye direnmemiz şart. Toplumun belli bir konuda uzmanlık bilgisine sahip olanların bilgi ve hikmetine başvurması oldukça anlamlı fakat halihazırda statüsü çok büyük olanların (ve daha da büyütmek için çok uğraşanların) statüsünü daha da artırmak ters tepiyor.
Başka yolu yok mu?
Elbette ABD politikalarının muazzam bir eşitsizlik getiriyor olması tamamen milyarderlerin suçu değil (gerçi bu yöndeki politikalar için epey lobi yapıyorlar). Ne var ki artan eşitsizlik koşullarında servetin kendilerine sağladığı muazzam statüyü kötüye kullanmaları halinde sorumluluk üstlenmeleri gerekiyor. Statülerini kendi ekonomik menfaatlerini başkalarının zararına olacak şekilde artırmak veya provokatif söylemleri ve statüye yönelik davranışlarıyla halihazırda bölünmüş toplumu kutuplaştırmak adına kullandıkları durumlar için bu özellikle geçerli.
Hesap vermeyen milyarderler halihazırda çok fazla sosyal, kültürel ve siyasi nüfuza sahipse onlara kamuoyu önünde daha fazla söz hakkı vermek en son isteyeceğimiz şey olmalı.
Musk şu an kendisine ait sosyal ağ X üzerinden tam da böyle bir şey yapıyor. Bunun yerine, zaten ayrıcalıklı olanların gücünü ve etkisini sınırlamak için güçlü kurumsal araçların peşine düşüp her şeyden önce bu devasa eşitsizlikleri yaratan vergi, denetim ve harcama politikalarını gözden geçirmeliyiz.
Ama en önemli adım aynı zamanda en zoru olacak. Neye değer vermemiz gerektiği ve büyük servet sahibi olmayanların katkılarını görüp ödüllendirme konusunda ciddi bir diyalog başlatmalıyız.
Topluma katkı vermenin çok farklı yolları olduğunu ve insanın seçtiği meslekte başarılı olmasının bireysel tatmin ve saygı uyandıracak bir şey olduğunu çoğumuz kabul ederiz. Gelgelelim bu ilkeyi görmezden geliyoruz, hatta tamamen unutma riskiyle karşı karşıyayız. Bu da sorunun semptomlarından biri.
Kaynak: Oksijen