İlber Ortaylı: “Topkapı Sarayı’nda Ziyaretçi Sayısı Azaltılmalı, Herkese Taban Teptirmenin Manası Yok”
Topkapı Sarayı hepimizin bildiği gibi Sarayburnu diye adlandırılan Suriçi İstanbul’un en uç mıntıkasında yer alır. Bu bölgedeki kalıntılar temelde Atina civarından geldiği bilinen Megaralılar’ın kurduğu efsanevi Byzantion’dur.
Ama bu isim unutulmuştur. Hiçbir zaman bizim Bizans dediğimiz imparatorluğun ahalisi kendilerine Romalı demekten başka bir isim kullanmadılar, kimlikleri buydu. Hellenizm şuuru bu bölgede miladi 10. – 11. asırlarda başlamıştır. Bugünkü Saray-ı Amîre aşağıda Çinili Köşk ve bugünkü alan, henüz Edirne döneminde, yani 1446’dan itibaren yapıldı ve saray 1460’larda buraya nakledildi.
Sirkeci Demiryolu Hattı Kaldırılmalı
Bugün Sarayburnu’nda dış kapıda bir Gotlar Sütunu vardır. Şehrin Gotlar tarafından kuşatılmasının önlenmesi üzerine bunun şerefine dikilmiştir. Bir küçük şapel (ayazma) vardır. Doğrusu bir kazı yapıldığında neler çıkabilir. O Sarayburnu’nu çevreleyen yolun kaldırılmasına bağlıdır. Bugün için Sarayburnu’ndan Sirkeci Demiryolu hattını kaldırmak yeterli. İmparatorluk ulaştırma tarihinin önemli istasyonu Sirkeci İstasyonu’dur, bunun müştemilatı, Sepetçiler Köşkü, alay köşkleri gibi kalıntılar Topkapı Sarayı bahçelerine dahildir. Bu bakımdan Sirkeci Demiryolu hattının kaldırılması gerekir. Hattın altında bir de Bizans devrine ait bir bazilika vardır. Hâlen bölgede zaman zaman görülüyor, şu son birkaç yılda Topkapı Sarayı idaresi yeni bir sarnıç daha keşfetti. Gülhane Bahçesi’nin de yer aldığı bu bölümde geniş bir parkın tesis edilmesi düşünülüyor ki isabetlidir. Çünkü İstanbul halkının tenezzüh, hava almak ve gezmek için bu gibi alanlara şiddetle ihtiyacı vardır.
100. yılında Topkapı Sarayı Müzesi
Soğukçeşme ile sınırlı olan bugünkü Saray-ı Hümayun duvarları şüphesiz Ayasofya’nın devamı olan Aya İrini’yi de barındırıyor. Aya İrini 8. asırdan kalma bir bazalikal tipte bir kilisedir. İkonklast (put kırıcı dönem) kiliselerin son ve tek muhteşem örneğidir. Şiddetli restorasyona muhtaç olduğu için konserlerin iptal de isabetli olmuştur, restorasyonun hızla başlaması gerekir.
Darphane dediğimiz bölüm aslında sarayın başka ülkelere yollayacağı diplomatik hediyelerinin, mutena cilt işlerinin, soğuk demir işlerinin, marangozluğun yapıldığı alandı. Bugün burası Topkapı Sarayı’nın zengin çini koleksiyonu için düşünülüyor. İlk anda isabetli bir kara gibi ancak yakın gelecekte Topkapı Sarayı’ndaki muhteşem çini porselenleri, Avrupa porselenlerinin (Saksonya ve Petersburg) ayrı bir alanda mutena bir bina da toplanması icap eder. İstanbul en büyük ve en orijinal porselen müzesini barındırmaya aday bir şehirdir. (Aday binalar eski Defter-i Hakanî ve Maçka’daki Teknik Lisesi’dir.)
Aynı şekilde Topkapı Sarayı’nın cam eserleri de son yıllarda Beykoz’daki Abraham Paşa Köşkü’ne taşındı. Korunun içinde gayet sempatik bir müze ortaya çıktı. Lâkin o müzenin restorasyon bölümü, uzmanların çalışacağı bölümler için sahaya ihtiyaç var. Bu saha Türk Alman Üniversitesi dediğimiz; nasıl çalıştığı hâlâ belli olmayan, verimliliği de çok tartışılan bir üniversite tarafından işgal ediliyor. Amacımız bu üniversite ile uğraşmak değil. Fakat üniversitenin müzenin alanına ve ormandaki diğer sahaları kapatması da hoş değil. Hatta buraya güya çok lüks öğrenci yurdu yapılarak bu saha, orman kapanmak, tahrip edilmek yoluna gidildi. Bunların düzeltilmesi gerekiyor. Bu alan müzeye aittir.
Topkapı Sarayı’nın Güzelliği Mütevazi Olmasındadır
Sarayımızın II. Mahmud döneminde fiilen, Sultan Abdülmecid devrinde resmî olarak Dolmabahçe Sarayı’nın yapılmasıyla terk edildi. Zaruri bir durumdu. Çünkü en geniş salonunda bile 19. yüzyılın bir diplomatik banketi tertiplenemez. Arz odasının muasır diplomatik törenler için geçerli olmadığı açıktır. Topkapı Sarayı’nın güzelliği, hem muhteşem hem mütevazı olmasındadır ve eski bir eserdir. Zamanında 5 bin insanın yediği, görev yaptığı, barındığı sarayın 19. yüzyılda hizmet vermesi mümkün değildir. Aslında çağdaşlarıyla mukayese edilmeyecek Dolmabahçe Sarayı da fazla bir büyüklüğü yok ama güzel görünümlü, iyi seçimli bir bölgededir. 19. yüzyılda bütün hazinenin ve gelirlerin saraylara harcandığı gibi bir efsane ezberedir, söylenti şehir efsanesidir.
19. yüzyıl boyunca atalara uyularak Yavuz Sultan Selim Han’ın mührüyle açılıp kapanan Hazine Daire, Hasodalar Dairesi dediğimiz Mukaddes Emanetleri de barındıran bölüm sarayda tutulmuştu. Bazı Enderun ağaları ve hatta harem halkının orada ikâmete devam ettiği anlaşılıyor. Mesela Sultan Abdülmecid devrinde bile Şehzade Süleyman Efendi’nin, yani Naciye Sultan’ın annesi ve büyükannesinin orada oturduğu anlaşılıyor. Abdülmecid’in kadınefendisi orayı bırakıp Dolmabahçe’ye geçmemiş. Bazı törenler en başta biat töreni burada yapılmaya devam etti. Topkapı’nın elbise aynı şekilde silah dairesi de teşhire açıktı. Bunlar hususi berat, izinle gezilebilirdi.
1924 yılına kadar Topkapı’nın çok da iyi bakıldığını söylemek mümkün değil. Saha zamanın tahribatına kalmıştı, bazı yerlerde çöküntü vardı. 1924 yılından sonra müze kuruldu. Müzenin ilk müdürü, Arkeoloji Müzesi’ndeki nümizmatik kabinesinin (sikkelerin) başındaki Halil Edhem Bey’in asistanı Tahsin Öz Hoca’dır. 25 yıl orada kalmıştır. Çocukluğumda müzeyi gezdiğimde Cüce Bahri Bey olduğu anlaşılıyor, Enderun cücelerinden biri olmalı ve siyahî ağaların birini (galiba Nadir Ağa idi) ve hanımları memur olarak görmüştük. Doğrusu iyi bir kadro olmalı, sarayın hiçbir zaman umumî bir yağmaya uğramadığı açıktır. Geçiş döneminde bazı yolsuzluklar olduğundan şikâyet ediliyor. Bunu bilemeyiz, saray hakkında böyle uydurmaları işi gücü olmayanlar, Sahaflar Çarşısı’nın köşelerinde bazı mahfilde ezbere konuşmayı iş edinmişlerdir. Topkapı Sarayı aslında iyi korunmuştur.
1924’te müze olduktan sonra ortadaki Enderun Ağaları Camii de bütün bölümlerdeki yazmaların, Piri Reis haritası ve bizzat Fatih Sultan Mehmed’in kullandığı İliada gibi sayısız Şark ve Garp yazma eserinin toplandığı yerdir. Bugün 18 bin el yazması, 5 bin matbu olmak üzere toplam 23 bin kitap gibi zengin bir koleksiyonu olan bu bölüm sadece Osmanlıca değil, Farsça, Arapça, Çağatay Türkçesi (II. Bayezid Uygurca ve Çağatay edebiyatını iyi okurdu) Ermenice, orta Yunanca ve eski Yunanca ve hatta Kanuni Sultan Süleyman Han Batı müziğini de dinlemeye meraklı olduğu için Budin’den Kral Mátyás Corvinus’un kütüphanesinden getirilen antefonali, yani Macar musiki mecmualarını da getirmişti.
Sarayın mücevher dairesi birkaç defa restorasyondan geçti. En sonra restorasyonda taş kaplama kubbelerin yerini, tekrar ahşap aldı. Doğrusu budur. Aksi taktirde beton terlemesi görülüyor. 1960’lı yıllarda beyaz çimento kullanılmıştı, bugün bazı bölümlerde, bunlar izale edilmiştir. Marmara Denizi’ne bakan duvarlar ıslah edilmiştir, Harem’de çalışma devam etmektedir.
Sarayın Ziyaretçi Sayısı Çok Fazla
Sarayın yıllık ziyaretçi sayısı çok kalabalıktır. Bunun lüzumu yoktur. Bütün dünyada kontenjan sistemine gidiliyor, ziyaretçi sayısı azaltılıyor. Ayasofya ve Topkapı gibi makamların şuurlu ve bilgili ziyaretçiye ihtiyacı vardır. Herkesin önüne anlayıp anlamayacağı bir hazineyi çıkarıp içeride taban teptirmenin manası yoktur.
Müzenin yönetimi Millî Saraylar’a geçti; tıpkı Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı gibi. Milli Saraylar döneminde özellikle Enderun avlusundaki yapıların restorasyonları tamamlandı, tefrişi yenilendi ve ziyarete açıldı. Aynı şekilde dördüncü avludaki Mecidiye Köşkü de restore edildi ve ilk kez ziyarete açıldı. Son dönemde depolarda bulunan yaklaşık 3 bin yeni eser ziyaretçilerle buluşturuldu. Bu hummalı çalışmaların hiç durmadan devam etmesi gerekir.
Bu yıl sarayın müze oluşunun 100. yılıdır. Buraya genç yaştaki öğrenciler daha doğrusu talebeler, anlayan insanlar gider. Ziyaretlerin kısıtlı olması gerekir. İlkokul çocuklarının getirilip de bir şey anlamadan gezdirilebilecekleri yer değildir. Ayrıca ilkokullar gezileri iyi tertipleyemiyor, öğretmenler de oraya buraya koşturmaktan görevlerini tam olarak yapamıyorlar. Müzenin çocuk eğitimi verecek kadroları yok. Bunların düzeltilmesi gerekir. Bağdat ve Revan Köşkleri 17. asır çini sanatının harikalarını barındırır. Buna Harem’de Veliaht Dairesi de dahildir. Sarayın arka bahçeleri de bugün yine ele alınıyor.
Topkapı Sarayı Müzesi’ni dikkatlice kullanmamız gerekiyor. Giriş ziyaret ücreti yüksek gelebilir. Ama bu lüzumsuz bir sızlanmadır. Zira Türk vatandaşlarının yıllık aldıkları müze kart, hele öğrencilerin indirimiyle çok ucuzdur, böyle bir kartla Topkapı Sarayı Müzesi’ni de her türlü müzeyi isterseniz bir yıl boyunca bin kere gezebilirsiniz.
Topkapı Sarayı Müzesi’nde Gezilecek Yerler
Topkapı Sarayı’nın dikkatle görülmesi gereken yeri mutfaklardır. Buradaki çini örnekleri görülecek şeylerdir. Yakında çini müzemiz darphanede olacak. Sarayın Bâb-ı Hümayun tarafından girilince dış avlusunda Arkeoloji Müzesi’ne sonradan ilave edilen gudubet bir bölüm var. Bu hâlâ yıkılmıyor. Sarayda benim “senkronik kirlenme” dediğim zaman eşleşmesi mefhumunu zedeliyor. Arkeoloji Müzesi’nin klasik eserlerinin açık ya da kapalı olsun Topkapı Sarayı’nı örtmesi gerekmez. Bunlar ikisi iki ayrı zamanın eserleridir ama bir aradadırlar. Arkeoloji Müzesi, Müze-i Hümayun 1894’ten beri bütün Avrupa’nın en orijinal arkeolojik hazinelerinden biridir.
İkincisi Hazine Dairesi, üçüncü Elbies-i Hümayun dediğimiz yer. Hasoda, yani Mukaddes Emanetler bölümünün Topkapı’da eserlerle bir bütünlüğü yoktur, ayrı bir havayla bakılmalı ve gezilmelidir. Hemen yanında ise Harem Sofası, Bağdat ve Revan Köşkleri de görülecek eserlerdendir. İkinci bir gezinizde de Harem’i ziyaret edebilirsiniz. Bugünlerde de bir restorasyon söz konusudur.