Fatih Altaylı: “Bugün en çok Satan Gazetenin Tirajı 20 bin. Beni Her Gün 3 Milyon Kişi İzliyor”
İzzet Çapa’yla Hafta Sonu Sohbetleri’ne hoş geldiniz. Bundan böyle, fırsat buldukça hayatın ve gündemin nabzını tutan röportajlarımla karşınıza çıkacağım.
İlk konuğum, Türk medyasının en önemli isimlerinden Fatih Altaylı…
Fatih Bey’le dijital yayıncılığın sınırlarını nasıl zorladığını, geleneksel medyanın bağlarından nasıl kurtulduğunu, Türkiye gündemini ve tabii ki siyaseti konuştuk.
“Habertürk’te Pabucun İçine Girmiş Bir Diken Oldum”
Geleneksel medyanın en üst noktalarında yıllarca yer aldıktan sonra, başından sonuna her şeyiyle kendiniz inşa ettiğiniz Habertürk’ü kurdunuz. Ve fakat kader ağlarını ördü ve Youtube’da bireysel yayıncılık yapmaya başladınız. Bu işte de müthiş başarılı oldunuz, zannederim gazetelere göre artık daha çok insan sizi takip ediyor. İki medya mecrası arasındaki farkların altını çizerek başlayalım mı Fatih Bey?
1982-83 yılından beri medyanın içindeyim. Bildiğiniz gibi Cumhuriyet’te başladım. Çok genç sayılabilecek yaşta, 30’larıma gelmeden medyada üst düzey yöneticilik yapar oldum. Hemen hemen her alanında da çalıştım. Asla gocunmadım. Yeri geldi çaresizlikten matbaa işçiliği yaptım, matbaa makinası tamir ettim, yeri geldi kendi otomobilimle gazete dağıttım.
İlk radyoların kuruluşunda görev aldım. Özel televizyon çağı başlayınca ilk televizyon programları yapanlar arasına hem yapımcı, hem sunucu olarak katıldım. Dediğiniz gibi tüm bu birikimlerin sonucu Habertürk oldu. Turgay Ciner’le beraber kurduk. O olmasa yapamazdım. Çok güvendi ve emanet etti.
“Allah Var, Bana İyi Tahammül Ettiler”
Gördüğüm en iyi iş adamıdır açık söyleyeyim. Belki Vehbi Koç ile kıyaslarım girişimcilik ve görüş olarak. Ancak çocuksu bir tarafı vardır. Habertürk’ü çok bağımsız olması için kurdu. Ancak 2012’den sonra bunun mümkün olmadığını gördü ve Habertürk’le yakın bağını kesti.
2014 başında ben de yöneticiliği bıraktım grupta. Aslında belki de o gün tamamen bırakmalıydım ama Turgay Ciner’e olan dostluğum engelledi. Ama o da bana giderek iktidara yakınlaşan bir ortamda, kendi küçük adacığım olmasına, orada eleştirel ve olabildiğince iktidar karşıtı bir gazetecilik yapmama izin verdi.
Ama 2014’ten sonra ben Habertürk’te artık pabucun içine girmiş “Diken”dim. Ayağa batıyordum. Yine de Allah var bana iyi tahammül ettiler, iyi dayandılar. Kaç kez ayrılmak istedim. Vedalaşamadık. Sonunda 2023’te olabildi. Ayrıldığımdan bu .yana Turgay Bey’le bir kez davette karşılaştık. Ama kendisini hala çok severim; aklına, zekasına çok saygı duyarım.
Ben zaten Habertürk’ten ayrılacağım güne kendimi çoktan hazırlamıştım. Youtube kanalımı aslında 2018’de kurdum hatta birkaç video bile çekip koydum. Habertürk kafamda bitmişti. Hazırlanmalıydım. Tabii Turgay Bey akıllı adam. Hemen anladı ve “Rica ediyorum Youtube kanalını kapat” dedi. Kapatmadım ama video yüklemeyi de bıraktım. Fakat ilk yüklediğim bazı videolar potansiyeli gösteriyordu. Bazıları kısa sürede 2 milyon izlenmeye ulaşmıştı. Geleceği gördüm ve kenara park ettim. Benim geleceğim oradaydı ama şimdilik bekleyebilirdi.
Kimsenin Sırtına Binmiyorsunuz, Bu Müthiş Bir Özgürlük
Nitekim Habertürk’le yolları ayırır ayırmaz kısa süre sonra Youtube kanalımı devreye soktum ve hızla en çok izlenen haber kanalı haline geldi.
Youtube yönetimine göre, Youtube’un Türkiye’deki pozisyonunu yukarı çektim ve haberciler için iyi bir yol açıldı. Aslında yaptığım tek şey buraya biraz iş disiplini getirmek ve alışkanlıklar dışı bir iş yapmak oldu. Ardımdan başka ciddi gazeteciler de işe girdi.
En temel fark bağımsızlık. Kimseye bağlı değilsiniz. Kimsenin sorumluluğunu taşımıyorsunuz, kimsenin sırtına binmiyorsunuz. Bu müthiş bir özgürlük. Eğer cesaretiniz var ise, dürüstseniz, ne iseniz o olmanız ve onu göstermeniz mümkün. Sorumluluk paylaşımı yok. Tek sorumlusunuz. Bu güzel bir his.
Ve tabii bugün artık gazete okunmayan, haber televizyonlarının izlenmediği bir yerde çok geniş bir kitleye ve çok geniş bir sosyoekonomik bir yelpazeye hitap ediyorsunuz. Dün gece Nişantaşı’nda dolaşırken önce sosyetik bir hanımefendiyle program üzerine konuştuk, sonra her sabah 07.00’da mesaisini benim programımı izleyerek sonlandıran büfe çalışanı genç bir kardeşimle fotoğraf çektirdik. En zengin iş adamı da izliyor, en alt gelir düzeyindeki biri de. Ve ben, bizi kimin izlediğini, nasıl izlediğini çok iyi bilebildiğimiz çok ölçülebilir bir ortamda ve giderek gençleşen bir izleyici kitlesiyle tanışıyorum.
Şimdi Hacivat da Benim Karagöz de
Sizin için ‘Youtube geçtikten sonra daha sert eleştiriler yapmaya başladı’ deniyor. Oysa bence siz duruşunuzu her iki mecrada da muhafaza eden nadir isimlerdensiniz. Peki neden böyle bir algı oluştu?
Gerçeklik payı yok diyemem. Sizin gibi beni uzun zamandan beri yakından izleyenler benim çizgimde asla çok keskin sapmalar olmadığını biliyor ama algı her zaman bu değil.
Ben 2008 yılında yaptığım ‘Olaylar ve Gerçekler’ programında da AKP iktidarını çok sert eleştiriyordum. Bugün de çok sert eleştiriyorum. Habertürk dönemine göre biraz daha sert mi! Olabilir.
Özü aynıdır ama sertlik dozu bir miktar fazladır; bunun nedeni ise sorumluluk paylaşımıdır. Habertürk’teyken benim söylediğim her sözün faturası benden çok, benim ne söylediğimden, ne yazdığımdan haberi bile olmayan Turgay Ciner’e kesiliyordu. Ya da en azından bizim algımız o yöndeydi.
Hacivat Karagöz meselesinde olduğu gibi yazıyı ben yazıyordum ceremeyi Ciner Grubu çekiyordu. Bu yüzden sertlik dozunu biraz aşağıda tutmak zorunda kalıyordum. Şimdi Hacivat da benim, Karagöz de. O yüzden elim de ağzım da rahat.
Algının nedeni beni okumayıp takip etmeyenlerin yarattığı bir şey. 2013 yılında basına yansıyan tapelerde benim Habertürk’teki sert yazılarım nedeniyle kovulmamın istendiğini kimse hatırlamak istemiyor. Oysa yazdığım her şey ortada. Hep iyiye iyi, kötüye kötü demişim.
Türkiye’nin En Temel Sorunu: Adalet Yok
Türkiye’nin en önemli meseleleri, daha doğrusu sorunları nelerdir desem, en tepeye neleri koyarsınız?
AKP’yi ve yönetim anlayışını. Diğer tüm başlıklar onun altına yazılır. Muhalefetin AKP’leşmesi de buna dahil.
Şu an en temel sorun: Adalet. Yok. Kalmadı.
AKP başlığının altına adaleti yazarım. Yok kalmadı. Bitti. Ekonominin berbat hale gelmesinin nedeni de o.
Sonra liyakati yazarım. Büyük bir başarıyla her göreve, o göreve en layık olmayan kimse bulup getiriyorlar. Belki birkaç istisnası vardır.
Bir sonraya eğitimi yazarım. Cumhurbaşkanı ‘teknoloji hamlesi yapacağız’ diyor ama bir yandan da üniversiteleri bitiriyor. Boğaziçi’nin hali ortada. Üç beş iyi üniversitemizin de gidişatı o yönde. ‘Teknoloji hamlesi yapacağız, yüksek teknolojili ürün yapacağız’ diyen bir iktidar eğitimi öldürüyor, imam hatip okullarının sayısını katlıyor ve Cumhurbaşkanı imam hatip mezunlarını övüyor. Fen eğitimi olmadan, bilimsel eğitim olmadan nasıl teknoloji hamlesi yapacaksın, nasıl medeniyet seviyesinde sınıf atlayacaksın!?
Lümpenleşme bir diğer başlık olur. Bunun yanında gelen çeteler. Suç oranındaki artış.
Ekonomik krizin dayattığı ahlaki düşüş.
Az sayıdaki yetişmiş insanın yurt dışına göçü ve tabii apayrı bir başlık olarak Türkiye’nin demografisini değiştiren göçmen adı altındaki işgalciler. Daha sayayım mı, şimdilik yeter mi!
Bu Ülkeyi Kuran, Yedi Düvelle Kavga Etti, Durup Dinlenmedi
Siz iktidarı olduğu kadar, yeri geldiğinde muhalefeti de eleştiriyorsunuz. Velev ki erken seçim oldu ve hükümet değişti. Türkiye ümitvar bir ülke olabilir mi?
Olmaktan başka çaremiz varsa olmayalım. Bu ülke bizim ve burada yaşamaya devam edeceğiz. Tek çaremiz ümitvar olmak. Bir gün Turgay Ciner bana “Fatih herkesle kavga edemezsin. Herkesle ediyorsun. Dur bi dinlen.” demişti. Ben de ona “Abi kusura bakma ama bu ülkeyi kuran yedi düvelle kavga etti. Durup dinlenmedi.” dedim. Böyle bir sorumlulukla hareket etmemiz gerekiyor. Bu yüzden herkes de benimle kavga ediyor. Ama Türkiye’nin düzgün vatandaşları beni biliyor anlıyor, onlardan güç alıyorum. Kim onlar?
Bakın sosyal medyada şöyle bir tarif gördüm: ‘Bir kesim var, iyi eğitimli, hakkı olmayan bir şeye talip olmayan, ne alsa ucuzlayıp, ne satsa fiyatı artan, hiçbir fırsattan yararlanmayan, yararlanamayan, politik bilinci yüksek, partisi olmayan, sadece adil eşit ve çevreci bir ülke hayali olan insanlar.’
Bu şahane bir tarif ve beni de kapsıyor, seni de. Bu insanları temsil ederek konuşuyorum ve onlar için, onların çocukları için ümitvar olmak zorundayız. Ama şunu biliyorum bu mevcut anlayış devam ederse Türkiye, bildiğimiz Türkiye kalmaz. Alırlar elimizden. Parçalanır. Bizim uğraşımız da bu olmasın diye.
Başlarım Yumuşama Sürecine
Bir ana muhalefet liderimiz var, pek etliye sütlüye karışmayan… Allah aşkına ne düşüyorsunuz Özgür Özel’le ilgili? ‘CHP çizgisinden uzaklaştı, AKP zihniyetine erişti’ yorumları da yapılıyor sıklıkla çünkü.
Bence yeni bir şey deniyor ama derdini anlatamıyor. O da tutarsızlıktan mustarip. Bir karizma eksiği olduğu aşikar. Bazen önünü arkasını düşünmeden konuşuyor. İmamoğlu’nun olası mahkumiyeti ile ilgili söyledikleri akıl alır gibi değildi. Ayağa kalkmak kalkmamak ayrı mesele ama istinaftan aleyhte çıkar falan demek tamamen saçmalamak. En azından bu konuda sert ve tutarlı olmalı. Hukuksuzluğa karşı yumuşak olunmaz. Başlarım yumuşama sürecine.
Ülkede tam bir cinnet durumu yaşanıyor. Sokak ortasında kadınlara tecavüz girişiminde bulunuluyor, kızlar vahşice katlediliyor, surlardan aşağı atılıyor. Ve bu suç makinelerinin pek çoğu serbest bırakılıyor. En korkunç dönemi mi yaşıyoruz biz? Toplum neden delirdi sizce?
Aslan Kral filmini izledin mi? Ben izledim. Müthiş bir filmdir. İyi aslan hayvanlar krallığının başındayken savan yemyeşil, barış dolu, verimli olur. İyi aslanı öldürüp yerini çakallarla işbirliği yapan kötü aslan aldığı zaman ise savan tam tersi karanlık, kurak, verimsiz bir yere dönüşür.
Aslanın kimliği savanın kimliğini belirler. Aslan Kral filmi güzel bir hikayedir. İyiliğin her zaman ortamı cennete çevirdiğinin hikayesi kısaca işte. Aslolan iyiliktir. Çakallarla işbirliği yapmaya başladığınız zaman bereket kaçar.
Bahsettiğin surlardaki facia olayına gelince. Bunun için biraz geriye gitmek gerekiyor. Bir şizofren iki kızı katledip, sonra da surlardan atlıyor. İktidar trolleri bunu bambaşka yerle bağlıyorlar. Konserlere, laik yaşam tarzına falan saldırıyorlar. Tabii bunun arkasında suçluluk kompleksi var. Çünkü çok daha basit bir şey var ortada.
Sağlık Bakanlığı bundan 10 yıl kadar önce bir karar aldı ve suç işlemiş veya suça meyilli psikiyatri hastalarının kontrol altında ve tecrit edilmiş bir biçimde tedavi edildiği ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri yerine Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri açtı. Bunun nedeni aslında maliyetlerdi ve buna insani bir kılıf geçirdiler. Bu hastalıklı ve suça meyilli tipleri de sokağa saldılar. Buna yargıdaki felaketi ve infaz yasasının getirdiği sorunları da eklediğinizde bu sonuç kaçınılmaz hale geliyor. Kötü yönetimin sonucu budur.
Narin Cinayeti de hala çözülemedi… Siz bu konuyla ilgili olarak “Bu cinayeti aydınlatmamak üzere bir konsensüs oluşmuş. Bu cinayet kesinlikle örtülmek istenecek.” demiştiniz… Neden bu cinayet aydınlatılmak istenmiyor; o köyde daha önce de çok şaibeli durumlar yaşanmış; köy değil kara delik sanki… Neler oluyor orada?
Türkiye’de Anadolu feraseti dediğimiz şeyin yanı sıra bir de Anadolu felaketi diye bir şey vardır. Kapalı grupların kendi içlerindeki sorunları kendi içlerinde kapatma geleneği. Türkiye’de her yıl 20 bin kadar çocuk kayboluyor, öldürülüyor, satılıyor. Biz bir Narin’i biliyor konuşuyoruz. Türkiye’de her yıl binlerce Narin var.
Bir Tür Adams Family Olayı Gibi
Türkiye’nin en büyük şüphesi şu anda Cem Garipoğlu… Sizce ne çıkacak o mezardan? Kimsede güven kalmadı. İnsanlarda müthiş bir güvensizlik var. DNA sonuçlarının bile değiştirileceği konuşuluyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Daha önce cezaevi savcısı ile konuşmuştum ve savcı cesedin Cem Garipoğlu olduğuna dair beni ikna etmişti. Şu an kafamda şüpheler var. En başta mezarın hali. Bir ailenin biricik oğlunun mezarı öyle olmamalı diye düşünüyorum. Cesedin daha doğrusu iskeletin paramparça olması, kırık kafatası, ellerin bacakların ayrı ayrı yerlerde bulunması falan çok garip. Bir tür Adams Family olayı gibi. Ürkütücü bir aile. Her şey olabilir.
Bilim En Çok Keyif Aldığım Konu
Hem yorum yapıyor, hem Teke Tek Bilim’i devam ettiriyorsunuz. Ben sizi bilim konuştuğunuz programlarda sanki daha keyifli görüyorum. Sahi en çok severek yaptığınız program hangisi?
Tabii ki öyle. Bilim benim en keyif aldığım şey. Keşke bilim adamı olabilecek kadar zeki olsaydım diye hayıflanıyorum hep. Merakım bu yüzden. Bilime hep merak duydum. Sonunda bu merakımı bir programa çevirdim ve dediğiniz gibi en keyif alarak yaptığım şey bu. Çünkü öğreniyorum. Ben yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim her günü boşa geçmiş sayarım. Bu nedenle bu programı aslında kendim için yapmaya başladım. Sonra gençler için ne kadar önemli ve değerli olduğunu gördüm ve sürdürdüm. 15 yıl oldu. Kesinlikle en severek yaptığım program Teke Tek Bilim. Ve işin güzeli bilim programları artık moda oldu. Yıllarca bilim programını sanki benim hatırım için yapıyormuş gibi davranan ve geç saatlerde yayınlayan Habertürk bile şimdi prime time’da bilim programı yaptırıyor.
Fütürizme meraklı olduğunuzu biliyorum. Bundan bir on yıl sonrasının dünyası ve ülkemiz hakkında bir ufuk turu yapar mısınız?
Bunu yapmak giderek güçleşiyor, çünkü teknolojik zıhlamalar artık çok yüksek boyutta. Yapay zekanın ne katacağını bilmiyorum, yapay zekayı yapanlar da bilmiyor. Eskiden daha öngörülebilirdi.
Bir örnek vereyim. 1995 yılıydı galiba. O zaman cebimizde eski Nokia’lar, Motorola’lar, Ericsson’lar. Sektörün lider cep telefonu üreticilerinden biri beni uluslararası bir toplantısında key note speaker olarak davet etti. Ben de onlara cep telefonunun geleceğiyle ilgili fikirlerimi anlattım. Cep telefonlarının kimliğimiz, uçak biletimiz, otomobil anahtarımız, kredi kartımız, kişisel asistanımız, evimizi kumanda edecek cihazımız, sağlık durumumuzu izleyecek monitörümüz olacağını, alışverişlerimizi de cep telefonuyla yapacağımızı, o gün cep telefonlarının penetrasyonunun yüzde 10’larda olduğunu, bunu 30’lara çekeceğimizi ve tüm bunların çok yakında olacağını öngördüğümü söyledim.
Konuşma bitti, masaya döndüm. Masada şirketin CTO olarak anlatabileceğim önemli bir çalışanı vardı. “Bu söyledikleriniz olacak elbette ama o kadar da yakın gelecekte öngörmüyoruz” dedi.
Kısa süre sonra Blackbery, ardından iPhone geldi. O gün sektör lideri olan firmaysa şimdi can çekişiyor.
Bugün artık yapay zekayı konuşuyoruz. Yapay zekayı kullanabilen toplumlar ve kullanamayan toplumlar olarak ayrışacağız. Bu ne yazık ki, bir yandan da büyük bir enerji ihtiyacı doğuracak. Bunun önüne geçmek için organik bilgisayarlar ve kuantum bilgisayarlar geliştirmek zorunda kalacağız. Güneşin dünyaya yolladığı enerjiyi daha iyi kullanmak için teknolojiler geliştireceğiz.
Bugün yapay zeka için farklı şirketlerin her biri, bir mahalle, bir semt büyüklüğünde bilgisayarlar kullanıyorlar. Bunları hem çalıştırmak, hem de soğutmak için büyük enerji harcıyoruz. Belki de bunları deniz altına ya da belki uzaya, belki aya yerleştireceğiz.
Güneş enerjisini iyi kullanmanın yolunu bulunca kirlettiğimiz Dünya’yı temizlemeye başlayacağız.
Bugün dünyanın en önemli sorunu siyaset. Ülkeleri ne yazık ki toplumun en düşük eğitimli ve becerileri en düşük insanlar yönetiyor. Çünkü yüksek beceri ve yüksek zekaya sahip insanlar bu işlere talip olmuyor. Ve sonunda en yüksek beceri ve donanıma sahip insanları, en alt seviyede kalması gerekenler yönetir hale geliyor. Bu sürdürülebilir ve tahammül edilebilir bir şey değil. Bir noktada bu değişmek zorunda ve değişecek.
AKP Artık Düzelmez, Türkiye’yi de Düzeltemez
AK Parti gittikçe küçülüyor, halktan uzaklaşıyor ve oy kaybediyor. Sizce en kritik hataları nerelerde yaptılar? Hemen peşi sıra ekleyeyim; onlarla bir düzelme umudu görüyor musunuz?
Bu anlattıklarımdan sonra AKP sorusu hiç olmadı. Gelecek ve AKP iki zıt kavram.
AKP zannettiğiniz kadar hızlı küçülmüyor. Halktan uzaklaştığı çok doğru ama halk bunun ne kadar farkında! AKP kuruluş felsefesi olarak topluma yutturduğu ilerici, özgürlükçü, modernist, demokrat tavrından 2007 yılında vazgeçti. Ancak 2013-14’e kadar sürdürdüğü ekonomik başarı, bu vazgeçişi toplumun farketmesini engelledi, önemli bir kısmının ise zaten umurunda değildi. Karın doyuyor, cep doluyorsa sorun yoktu.
Özgürlük, liyakat, eğitim ve adaletle hukuk olmadan zenginliğin sürdürülebilir ve gerçek olmasının mümkün olmadığını anlamadılar.
Önce 27 Nisan muhtırası ve kapatma davası, sonra da yanlış değerlendirdikleri Gezi olayları AKP’yi derin bir paranoyaya sürükledi. Bu paranoya, hataları peş peşe tetikledi. Bu paranoyadan kurtulamazlar. Doğru yanlış algılarını kaybettiler. Kendi besledikleri bir grup İslamcı ya da devşirme sözde entelin satın alınmış destekleri onlarda doğru yaptıklarına ilişkin bir illüzyon yaratıyor. Bu kafaya gelmiş bir AKP artık düzelmez.Türkiye’yi de düzeltemez. Israr felaket getirir. Seçim kaybeder mi, kaybetmez mi bilmiyorum. Ama kalırlarsa Türkiye için iyi bir hikaye çıkmaz oradan.
Lider Daha Tutarlı Olmalı
Gelelim şu yeni anayasa meselesine. Sizce bize yeni bir anayasa lazım mı? Bu meclisten hakikaten hepimizin menfaatine bir anayasa çıkar mı?
AKP yasa yapamıyor ki, anayasa yapsın. Yanlış hatırlamıyorsam AKP 120 maddeden fazla değişiklik yaptı anayasalarda. Her seferinde en mükemmelini yaptık dedi. Hepsi bir yerden patladı. 3 referandum yaptılar. İkisinde Fetö ile ortaklaşa yaptılar, ölüler bile oy kullandı. Sonuncusunu kendi başlarına yaptılar. Hepsi ülkeye farklı felaketler getirdi. Sonuncusu da ekonomik felaketi doğurdu. Bundan sonra AKP’nin yaptığı bir anayasaya referandumdan evet çıkacağını zannetmiyorum. Bir anayasa daha yapmayı becerirlerse, emin olun beş sene sonra bir tane daha yapmak isterler.
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail çıkışıyla ilgili yorumunuz nedir? “İsrail, gözünü Anadolu topraklarına dikti” demekle neyi kast etti Erdoğan? Neden böyle bir şey söyledi, neyin içine çekiliyoruz biz? Girer miyiz bu savaşın içine?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı anlamak artık mümkün değil. 20 gün önce Karabağ’a, Suriye’ye girdiğimiz gibi İsrail’e de gireriz diyor, sonra beş gün önce İsrail bize girebilir diyor. Dalgalı bir tavır. Bir liderin daha sorumlu konuşması gerektiğini düşünüyorum. Bir danışmanın saçmalamasına alışkınız ama lider daha tutarlı olmalı.
Ben Türkiye açısından böyle bir olasılık görmüyorum ama ABD ve İsrail’in İran’a yönelik hamleleri olacağı kesin. Türkiye burada ne yapar bilemiyorum. 20 sene önce ‘ABD-İsrail- İran çatışması AKP açısından zorlu bir sınav olur ve AKP iktidarının sonunu getirebilir’ demiştim. Bugün AKP bu durumda ne yapar bilmiyorum. Ama en kötü tercih ne ise onu seçeceklerinden kuşkum yok.
Beni Her Gün 3 Milyon Kişi İzliyor
Konuyu değiştirelim. Yıllarca büyük kalabalıklar ve dev ekipler idare ettiniz. Geleneksel medyanın verdiği o gücü aradığınız zamanlar oluyor mu?
Sizin güç zannettiğiniz şey benim için yüktü. O medya artık yok. Bugün Youtube’da yayın yapan bağımsız gazeteciler, geleneksel medya dediğiniz şeyden çok daha güçlüler çok daha fazla gündem oluşturuyorlar. Ratingleri tüm haber kanallarının toplamından daha yüksek. Seçim gecesi bir örnektir. Bizi 21 milyon kişi izlemiş o gece. Hiçbir kanal bu izleyiciye ulaşamadı. Bizi, Cüneyt’i ve diğerlerini topla hepsinden fazlayız.
Hiç ama hiç aramıyorum. Ne kadar insanla çalıştığınız değil, ne kadar insana ulaştığınız ve o insanların size ne kadar güvendiği önemli. Bugün en çok satan gazetenin tirajı 20 bin. Beni her gün 3 milyon kişi izliyor. İktidar sözcüleri ya da iktidara yaranmak isteyenler niye sürekli bana saldırıyor zannediyorsunuz.
Türkiye ve Siyaset Normalleşmeden Bırakmam
Son olarak kendi hayat projeksiyonunuzu sormak isterim. Fatih Altaylı’nın kendi hayatına dair bundan sonraki hayalleri ve beklentileri neler?
Kendime ilişkin çok bir beklentim yok. Maddi olarak hiç yok. Türkiye normalleşinceye kadar bu işi sürdürmeyi planlıyorum. Bu arada bağımsız gazetecilik yapmak isteyen herkese de bir platform oluşturmaya çalışıyorum. Patronundan sıkılan, bağımsız olmak isteyen, baskı altında olduğunu düşünen tüm iyi ve dürüst gazetecilere bir platform olsun istiyorum. Biz alt yapıyı sunalım, tanıtım desteği verelim. Gazeteci de haberini yapsın. Tüm sorumluluk ve yetki kendinde. Bir tür kolektif. Haber kooperatifi. Patronsuz.
Başka planlarım da var. Bir yandan da Teke Tek Bilim’le sağladığımız fonu doktora öğrencilerine aktarıyoruz. Yurt dışında iyi üniversitelerde doktora yapan öğrencilere. Bu da sürsün istiyorum. Biraz daha gelir elde edebilirsek belki bir de öğrenci yurdu yaparız. Belki bir vakıf. Şu an bilemiyorum. Sonrasında da tüm bu sistemi sağlıklı ve ayakları üzerinde durabilen bir hale getirirsek, bunu çalışan arkadaşlarıma bırakmak istiyorum. Dedemin bir lafı vardı. Çok severim. ‘Zengin ölmek ayıptır’ derdi. Haklı olduğunu anlıyorum şimdi.
Sonuçta ben bu işi sonsuza kadar sürdüremem, aile fertlerimin de işi bu değil. Emre ve diğer arkadaşlar alıp götürürler. Ben de belki Teke Tek Bilim’i yaparak gittiği yere kadar giderim. Ama önce Türkiye normalleşmeli. Siyaset normalleşmeli. Bu olmadan bırakmam. Kendime yediremem.